"(...) Bazen bütün gün metro ile gezip onlara bakıyorum, onları dinliyorum. Kim olduklarını, ne istediklerini ve nereye gittiklerini öğrenmek istiyorum sadece. Bazen eğlence parklarına gidip arabalarına bindiğim bile oluyor, gece yarısı şehir sınırında yarıştıklarında... sigortalı oldukları sürece polisin umrunda olmuyor. Bazen metrolarda gizlice kulak kabartıyorum. Veya gazoz makinelerinin başındayken kulak kabartıyorum ve biliyor musun?" "Neyi?" "İnsanlar hiçbir şeyden bahsetmiyor." "Ah, bir şeylerden bahsediyorlardır mutlaka!" "Hayır, hiçbir şeyden bahsetmiyorlar. Genellikle bir sürü araba veya giysi markası ya da yüzme havuzu firması sayıp, ne güzel diyorlar! Ama hepsi aynı şeyleri söylüyor ve kimse kimseden farklı bir şey söylemiyor. Kafelerde de genellikle espri makineleri çalıştırılıyor ve genellikle aynı espriler yapılıyor veya müzik duvarının ışıkları yakılıyor ve bütün o renkli desenler inip çıkıyor, ama bunlar sadece renk ve tamamen soyut. Müzelerde de... müzeye gittin mi hiç? Tamamen soyut. Artık sadece bu var. (...)"
Reklam
... "Hikaye işte, başka bir şey değil," diye ısrar etti Garion. "Bir sürü sağlam ve aklı başında adam da öyle diyecektir," dedi ihtiyar yıldızlara bakarak, "ancak görüp dokunabilecekleri şeylere inanarak ömürlerini tüketen iyi insanlar. Ama görüp dokunabildiğimiz şeylerin ötesinde bir dünya var ve bu dünya kendi kanunlarına göre yaşıyor. Bu çok sıradan dünyamızda imkansız olan, orada gayet mümkün olabilir ve bazen bu iki dünyanın arasındaki sınır kaybolur; o zaman neyin mümkün neyin imkansız olduğunu kim bilebilir ki?" ...
Yavaşça konuşarak, "Hiç içinde dışarı çıkmak için bir şans verilmesini bekleyen bir şey varmış gibi hissettin mi kendini?" diye sordu. "Kullanmadığın ek bir güç gibi, hani türbinlerden geçmek yerine şelaleden çağlayan su misali?" Soran gözlerle Bernard'a baktı. "Her şey farklı olsaydı, insanın hissedebileceği şeylerden mi söz ediyorsun?" Helmholtz başını salladı. "Pek sayılmaz. Bazen kapıldığım tuhaf bir hissi düşünüyorum da, söyleyeceğim önemli bir şey ve bunu söyleyebilme gücüm varmış hissi; sadece ne olduğunu bilemiyorum ve bu gücü herhangi bir şekilde kullanamıyorum. Yazmanın farklı bir biçimi olsaydı... Ya da yazılacak başka bir şeyler olsaydı..." Sessiz kaldı ve sonra, "Biliyorsun," diyerek devam etti, "sözcükler bulmada oldukça ustayım; insanı bir iğnenin üstüne oturmuşçasına zıplatan sözcükler, çok yeni ve heyecan verici geliyorlar, ama aslında hipnopedik açıdan bilinen şeyler. Ancak bu yeterli görünmüyor. Sözcüklerin iyi olması yetmiyor, onları iyi bir amaç uğruna kullanmak gerekiyor."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İşte o gece bir güzel konuştum kendimle. Dedim, “Kızım olay nedir?” Dedi, “Böyle böyle.” Dedim, “Ne yapmayı düşünüyorsun, bu şekil durup üzülecek misin?” Dedi, “Bilmiyorum, başka yolu var mı?” “Var,” dedim, “var”, tane tane anlattım bütün yolları. Bir güzel dinledi. Önce hepsi zor geldi tabii, hepsi için belli bir efor gerekliydi, hiçbirine halim yokmuş gibi hissediyordum kendimi. Ama fizik yasaları dedim, entropi dedim, matematik dedim. Felsefe dedim, evrim dedim, denge dedim. Aklıma ne geldiyse sayıp döktüm ispatlamak için. Bilimi, tüm mızıldanmalarıma siper ettim. Epey etkileyici konuştum açıkçası. Yağmurun altındayım bir de böyle, ıslanmışım, şimşekler vuruyor yüzüme... Bir hoş oldu içim. Mümkün olsa kendimi kendi dudaklarımdan öpecektim. “Halledebilir miyim sence?” dedi. “Halledersin,” dedim, “hem ben seninle her yere gelirim”... İnandım kendime inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine inanırsan da kurtulursun. O günden beri kendime kendimin en kral arkadaşı muamelesi yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca çıkıp bir hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber, ağlamaya başlarsa bir komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz. İnsan bir dertle boğuşurken hiç geçmezmiş gibi hissediyor ya, o gece, hava bunaltıcı bir sıcaktan şiddetli bir fırtınaya dönünce, işlerin de nasıl şak diye değiştiğini tüm hücrelerimle gördüm işte. Kendimi de şimşekler altında iyice gördüm. Bu yüzden gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, valla iyi ki doğmuşum be Osman.
"Kendimi çok sinirli biri sanırdım mesela. Ancak şimdilerde o siniri içimde bulamıyorum. Beni kızdıran şeyler olmadığından değil. Kızacak kadar dahil hissetmiyorum artık hiçbir şeye. Kendime bile dahil değilmişim gibi. Sanki içimden çıkmışım da kol mesafesinden izliyorum olan biteni. Çok da uzağıma gitmiyorum neme lazım. Sonuçta kim olursa olsun, insanın kendini koruyup kollayacak kadar yakınlarında olması gerekir."
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam