*Mikrobu bulan ilk bilim adamı.
*Fatih Sultan Mehmet'in hocası.
*7 yaşında hafız olmuştur.
*İran'ı dolaştı.
*Hacı Bayram Veli'nin öğrencisidir.
("Sen buna layıksın" diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı.)
*Hacı Bayram Veli hazretleri Akşemseddini diğer talebelerinden daha zor imtihanlara tabi tuttu. Nefsini
Genç kız iyiye ne kadar çok inanırsa, o kadar kolay bırakır kendini, sevgiliye bırakmasa bile aşka bırakır öyle ya, sakınımsız olduğu için güçsüzdür de, ona kendini sevdirtmek de yirmi beş yaşına gelmiş her erkeğin istediği zaman erişebileceği bir utkudur. Bunun ne kadar doğru olduğunu görmek için, genç kızların çevresindeki denetimlere, setlere bakmak yeter. Bütün bu sevimli kuşları üzerine çiçekler atma çabasına bile girilmeyen kafeslerinde kapalı tutmak için okulların yeterince yüksek duvarları, annelerin yeterince sağlam kilitleri, dininde yeterince sürekli görevleri yoktur. Kendilerinden gizlenen dünyayı nasıl arzularlar, çekici olduğuna nasıl inanırlar, demir çubuklar arasından gelip kendilerine gizler anlatan ilk sesi nasıl dinlerler, gizemli perdenin bir ucunu ilk kez kaldıran eli nasıl kutsarlar!
İstanbul üniversitesi halkla ilişkiler görevini yürüten Maya uçak seyahati esnasında bu romanı yazıyor.. Ara ara yazdığı zamana dönüyor , uçak seyahati uzun bir seyahat ve Boston’a gidiyor.
Hikaye şöyle başlıyor, Maya profesörü karşılamaya gidiyor, karşılama sonrası duygularını yalın bir dille katıksız anlatıyor .. 87 yaşındaki profesörün hala
Leithian Destanı'nda anlatıldığına göre, yolda çektiği cefa öylesine büyüktü ki, azap dolu yılların ardından Doriath'a, saçı başı ağarmış ve beli bükülmüş halde tökezleyerek girdi. Ama yazın, bir akşam vakti ay ışığı altında Neldoreth ormanlarında yürürken, Esgalduin'in yanındaki çimenlikte solmayan çimenler üzerinde dans eden Thingol ile Melian'ın kızı Lúthien'e rast geldi. O anda yaşadığı tüm acıların izleri içinden silinip gitti ve büyüleniverdi, çünkü Lúthien, Ilúvatar Çocuklarının en güzeliydi. Giysisi, bulutsuz gökyüzü gibi masmaviydi, gözleri ise yıldızların aydınlattığı bir akşam vakti gibi gri; pelerinine altın çiçekler işlenmişti, saçları ise alacakaranlıktaki gölgeler kadar siyahtı. Hani ağaçların yaprakları üzerine düşen ışık, berrak suların sesi, dünyanın üzerine çökmüş sisin ötesindeki yıldızlar var ya, işte onun ihtişamı ve güzelliği tıpkı böyleydi ve yüzünde bir ışık parıldıyordu.
Ama gözden kayboluverdi; Beren büyülenmişçesine sersemledi ve vahşi bir hayvan gibi her yana koşturarak uzun süre ormanda onu arayıp durdu. İçinden ona Tinúviel dedi; bu, Gri Elflerin dilinde Bülbül, yani Alacakaranlığın Kızı anlamına geliyordu; ona verecek başka bir isim de bilmiyordu. Ve onu uzaklarda, güz rüzgarlarında savrulan yapraklar ve kış vakti tepenin üzerinde parlayan bir yıldız olarak gördü, ama bacakları sanki zincirlenmiş gibiydi.