Kaybolduğumuzu hissettiğimiz zamanlar olur. Herkes de anlayamaz bunu, bu çağda insanlar kaybolduğunun farkında bile değil. Duino Ağıtları'nı hatırlayın: "Hiçbir yerde, sevgili, dünya hiçbir yerde, sadece içimizde." Kaybolduğumuzu hissettiğimizde döneceğimiz tek yer kendimiziz sevgili okur. Bu zamanda insanı ancak kendi kurtarır. Var
Bazı tabutlar vardı, içindeki ceset toprağa gömüldüğünde üzerine çiçekler atılırdı. Bir ölü çiçeği ne yapacaktı? Yaşadığı süre zarfında bir kere bile çiçek almamış, değerli hissetmemiş birinin ölüsüne çiçek götürmenin ne anlamı vardı?
Herkes çalışmasını diğerlerinin hataları üzerine inşa ediyor. Bilimde gerçekten orijinal olan hiçbir şey yoktur. Önemli olan, her bir bilim adamının eldeki bilginin toplamına yaptığı katkıdır.
Küçük bir tekne denizde, suların üzerinde gidip gitmediğini belli etmeden kendini gösteriyordu. Belki bir tek ben farkediyorum onun varlığını. Kimilerine göre bir hiç de olabilir onun deniz üzerine kondurulmuşluğu. Şu anda bir resim çizmek istesem, denizi çizerdim belki de. Rengi biraz yeşile çalan denizi. O tabloyu siz de çizebildiniz mi şimdi?
kartların üstündeki mürekepin önemli olmadını söyledi. Bende dedimki mürekepi onların üzerine döken ben deyilim ve mürekepin içindede hiçbişey görmedim.
Kitabın son sayfasına gelmişti. Birkaç kelimelik nefesti aldığı. Toprağında eğrilmiş beyaz sardunyası bir yaprak düşürüverdi masanın üzerine. İçini üşüten rahatsız edici gerginlikteki akşam serinliğinde buz gibi olmuş kahvesinden bir yudum aldı sitemkâr bir tavırla. Telaşlı ve sabırsız esen rüzgar yüzünü tatlı tatlı okşuyordu. Gözünün önüne düşen
Osmanlıların Çekilmesiyle İsyancı Arapların ve Lawrence'nin Şam'a girişinde Şam'lıların Büyük Sevinci! (Biz halen bunlara din kardeşimiz, canımız ciğerimiz demeye devam edelim!!!)
İçeri girdiğimuzde bizi kilometrelerce devam eden bir insan seli karşılamıştı; şimdi ise her yüz kişiye karşılık binlercesi vardı. Çeyrek milyon nüfuslu bu şehirdeki her erkek, kadın ve çocuk sokaklara dökülmüş, ruhlarını ateşlemek için sadece bizim ortaya çıkışımızın kıvılcımını bekliyorlardı. Şam, sevinçten çılgına dönmüştü. Erkekler neşelenmek için tarbuşlarını havaya fırlatıyor, kadınlar ise peçelerini yırtıyorlardı. Ev sahipleri önümüzden yola çiçekler, asmalar, halılar atıyorlar; eşleri de kahkahalarla bağırarak kafeslerin arasından eğilip bizi kokulu banyo köpükleriyle ıslatıyorlardı.
Zavallı dervişler önümüzde ve arkamızda koşan uşaklarımız oldular, uluyor ve çılgınca kendilerini kesiyorlardı (sevinçten). Yerel bağırışların ve kadınların tiz çığlıklarının üzerine, "Faysal, Nâsır, Şükrü, Urens" diye bağıran erkek seslerinin ölçülü gürültüsü geldi, burada başlayan, meydanlar boyunca, pazar boyunca, uzun sokaklardan Doğu kapısına, duvarın etrafından, Meydan'a geri dönen dalgalar halinde uzayan ve kalenin yanında etrafımızda bir bağırış duvarına dönüştü.
Bazen de bana gülümse sevdiğim
Bakarsın kanadı kırılan kuşlar
Uçmaya başlar yeniden
Kayan yıldızların çığlığı düşmez
Gün ortasında ruhumun üzerine
Bakarsın ki çiçekler
Aramızda yükselen kayaların kalbinde
Birer birer açıyorlar yeniden
Bakarsın yolunu kaybeden yolcu
Son durağına yürüyor hasretinin...