1. Dünya Savaşında, Ortadoğu’yu, Falih Rıfkı Atay’ ın gözlemleri ve deneyimleriyle okumak, dönemi anlamak adına güzeldi. Kitabın günlük gibi yazılması ve dilinin sade olmasını da çok sevdim. Okudukça Türklüğüme daha da bağlandım bu kitapta. Özellikle belirtmek istediğim birkaç alıntı da var;
•“Çıplak İsa, Nasıra'da marangoz çırağı idi; Zeytindağı' nın üstünden geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey yalnız Türk kağıdı değil ne Türkçe ne de Türk geçiyor.”
•“Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.”
•“Osmanlı saltanatı son bürokrat iken bürokrasi bile tam Arap yahut yarı Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rastgeliyordum.”
•Suriye, Filistin ve Hicaz'da:
- Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı:
- Estağfurullah! idi.
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmış-
tık.
•“Askerimiz o kadar az ki, yanyana siperlerde oturan iki tümenin arasında Urban gelen geçeni soyuyor. İki tarafında öldürecek adam bulamayan İngiliz tankı, bir demir iskelet olmuş, Filistin güneşi altında yanıyor.”
•Bir gün Kurmay Başkanı bana demişti ki:
- Suriye'de bizim ne kadar temelsiz olduğumuzun en iyi misali nedir, bilir misiniz?
Yüzüne baktım.
- Şu sekiz yaşında çocuğun, korkudan bana selam duruşu!