İnsanlığın ilk çağlarının dönemin üretim maddesinden hareketle "Taş Devri" ve "Bronz Çağı" şeklinde adlandırılması gibi bizim çağımıza da "Kalpazanlar Çağı" denilecektir.
Bir sürü Süleyman vagon blö'de
İçlerinden biri vagon blö'de
En fazla kibarı en fazla penceresi olan
Çal-para çal-para
Açlığa saygısından olacak
Beni görünce şapkasını çıkarıyor.
“Daha çok anlat,” dedim.
“Hoşuna gidiyor mu?”
“Çok. Elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“Gider gibi yaparız.”
Normal insan, dengesiz insandır. Çünkü insan, ateş üstünde duran su dolu bir kazana benzer. Nasıl içindeki su kaynayınca kazanın kapağı atarsa, makinelerin buhar kazanlarına da artık buğu dışarı fışkırsın diye supap yapmışlardır. Buğunun artığı dışarı fışkırır delikten, kazandaki buğu da gerektiği kadar kalır, yani dengede durur. Yoksa kazan patlar. İnsan da böyle işte… Kızınca, duygulanınca, üzülünce, acılanınca, insan içinden bişey boşaltacak ki, patlamasın da dengesi yerine gelsin. Ee nasıl içini fışkırtacak? Nasıl kazanın supabı varsa, insanın da bir tahtası eksik olacak ki, burdan dışarıya su koyversin… Buyüzden işte, dengeli insan bir tahtası eksik insan demektir. O normal denilen tahtası eksik olamayanlar, günün birinde birden patlayıp bombok olur, bir daha da onarılmazlar.”
Çığlık, yıllarca biriken sessizliğe meydan okumaydı. Yıllar öncesinde olsa diz çöker, ağlardım. Beynimde yer eden anılara, tutkulu zamanlara kusarak çığlık atıyordum.