İşte bu tilkiler gibi daha pek çoğu savaştan kaçıp, göç edip geldiler buralara. Ama bilirsiniz, biz hayvanlar yabancıları pek sevmeyiz. Bir kere onlar başka bir dil konuşurlar, ne dediklerini anlamak güçtür. Yabancılara güvenemeyiz çünkü onların ihtiyaçlarını bilemeyiz. Beraber büyümediğimiz için aynı şeylere gülemeyiz, aynı şeylere gülemediğimiz hayvanlarla aynı şeylere üzülemeyeceğimiz kesindir. Hem nereden belli çocuklarımıza saldırmayacakları, bizi yiyip bitirmeyecekleri, anca kendimize yeten kaynaklarımızı tüketmeyecekleri? Üstelik çocukluğumuz savaş hikayeleri dinlemekle geçti. Evet, çocukluğumuz dedim. Hayvanların çocukluğu olmaz mı zannediyorsunuz?
Diyeceğim şu ki, gaibe karışan hayalettir çocukluğumuz. Kimi zaman matem havasında ,kimi zaman nostaljik içlenmeyle yad ettiğimiz çağ, zannedildiği gibi çocukluğumuz değil, bağrımızda saklı çocuksuluğumuzdur.
... Biz hiç mi genç olmadık, çocuk olmadık. Olduk elbet, olduk ama bizim gençliğimiz de, çocukluğumuz da şimdikilerden başkaydı. Büyük doğuyorduk sanki biz.
Acıklı olan, büyüdükçe alışkanlıklarımızın sadece yerçekimi yasasıyla sınırlı kalmaması. Aynı zamanda dünyanın kendisine de alışırız. Görünen o ki, çocukluğumuz sırasında dünyaya hayret etme yeteneğimizi kaybediyoruz. Ama bu sırada çok önemli bir şeyi de kaybetmiş oluyoruz. Filozofların tekrar hayata kazandırmak istedikleri şey de budur işte. Derinlerimizde bir yerde bir şey bi ze hayatın büyük bir sır olduğu söyler. Bu, düşünmeyi öğrenmeden çok önce yaşadığımız bir duygudur.
Çocukluğumuz üzerine kâbus gibi çöken eski kuşaklar, bilinçli yıllarımızı da elimizden almayı başaramayacak. Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.