Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Yaşamı, kendi kendisini yok eden bir yanılsamadan farklı bir şey olarak gören, hâlâ yaşamın tutsağı demektir. Yaşam bize verilen değil, bizce yaratılan bir roman olmalıdır.”
Sayfa 46 - NovalisKitabı okudu
“Kitap, ancak okur ona kendi sesini ödünç verdiğinde canlanır. Ölür harfler, kitapla okur arasındaki ikili söyleşide gerçek anlamına kavuşur.”
Sayfa 36 - Manés SperberKitabı okudu
Reklam
Politikacılarımız halkı uyandırmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyor.
Doğal kirlenmeden daha tehlikeli olan toplumsal kültürel kirlenmelerdir kuşkusuz.
Bir cumhurbaşkanı “Anayasayı bir defa delsem ne çıkar” diyebiliyor. Bir başka cumhurbaşkanımız, idam cezalarının dünyadan kalktığı bir dönemde “asmayalım da besleyelim mi” diyebiliyor. Bir belediye başkanı “baleyi belden aşağı”görüyor; öteki “sanatın içine tükürüyor”. İrtica baş kaldırmış, Sivas'ta 37 aydını diri diri yakıyor, Cumhuriyet Başsavcısı bu yakılmadan kurtulan dünyaca ünlü yazarımızın, olayları tahrik ettiği gerekçesiyle, idamını isteyebiliyor. Böyle insanların başa geçebilmeleri, halkı yönetmeye girişmeleri de politikanın bizde ne derecede bozuk olduğunu göstermeye yeter sanırım.
“Plan değil. plav istiyoruz” Demokrat Parti'nin sloganı idi. Devletin planlı ekonomisine karşı çıkanlar, özel girişim diye diye Türk ekonomisini alt üst ettiler. Aslında gerçek bir özel girişim de kurulmuş değil Türkiye'mizde. Devlet eliyle sermaye yaratıldı özel kişilere, yine de herşey devletten bekleniyor. Son yıllarda bir de özelleştirme sorunu çıkardılar. Özelleştirme yağmalamaya dönüştü.
Reklam
Good old days
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde yepyeni bir devlet kuruldu Türk halkı eliyle: Türkiye Cumhuriyeti. 20 yıl boyunca Türk tarihinin en parlak dönemini yaşadı. Yeni bir devlet kurmanın, bu kuruluş ve devrimler içinde yer almanın sevincini yaşıyordu Türk gençliği Bir yandan Osmanlı borçları ödeniyor, öte yandan yeni yeni fabrikalar açıyordu devlet eliyle. İmparatorluk döneminde yabancılara kurdurulmuş olan birtakım sanayi kuruluşların ulusal aşılırken Türk gençliği de katkıda bulunuyordu. Türk sanayinin kurulması ve gelişmesinde büyük yerleri olan Sümerbank, Etibank gibi kuruluşlar Türk gençliğinin övüncü oluyordu. Yerli malı kullanma haftaları, tutum haftaları düzenliyordu okullarda. Orman Bakanlığı kurularak ormanlarımız koruma altına alınıyor, Tarım Bakanlığı tarımı makine eleştiriyordu. Bu gidişe koşut olarak Türk düşünce, bilim ve sanat yaşamı da gelişiyordu. Türk edebiyatı tarihinin hiçbir döneminde görülmediği kadar çok sanatçı kazanmıştı Bilimin ve sanatın her alanında çok sayıda insan yetişmişti. Okuma yazma oranı yüzde beşten yüzde seksenlere çıkarılmıştı. Köylü çocuklar da eğitim birliği içinde okuma olanağına kavuşmuştu. Türk kadınları insan olarak varlıkları duyumsamaya başlamışlardı, onlar için halk okullar açılmıştı. Halk evleri her yanda eğitim ve sanat yuvaları olmuştu. Bir ulus uyanmaya başlamış, yüzyıllar boyu horlanan bu halk yeniden kendini, dilini ve tarihini bulmaya başlamıştı.
“Doğaya egemen olma” tutkusu sanayi devrimi ile birlikte doğayı sömürme tutkusuna dönüştü. Bu tutku tüketim ekonomisini körükledi. Tüketim diye diye doğa da insanın kendisi de tükenme noktasına geldi. Ama tüketilemeyen bir şey kaldı geriye sanayi atıkları, genel olarak çöpler. Kızılderilinin sözü doğrulanıyor günümüzde: “Bir gün kendi pisliklerinizin içinde boğulacaksınız.”
Pek çok filozof değişik açılardan insan üzerine yoğunlaştırmışlardır düşüncelerini. Örneğin “insan insanın kurdudur” sözü herkesçe bilinen Hobbes’un çok daha önemli bir sözü vardır ki nedense gözden kaçar. “İnsan henüz olmamıştır” diyordu Hobbes. Uygarlığın kültürün bunca ilerlemesine karşın insanın hiç de bu ilerlemeye koşut olarak geliştiğini göremiyoruz yeryüzünde henüz. “İnsan olmak güçtür” diyordu M. Scheler de “hayvanları tanıyın, ne demek istediğimi anlarsınız” diye de ekliyordu. Gerçekten kendini tüketen hiçbir hayvan yok yeryüzünde.
187 öğeden 121 ile 130 arasındakiler gösteriliyor.