"Senin için bir sakıncası var mı?" Sesi tam kulağımın içindeydi. "Sanırım bunu sana kenara kaymanı söylemeden önce sormalıydım, değil mi?" "Hayır," diye fısıldadım."Bir sakıncası yok." "Güzel." Yan döndü ve bana baktığını biliyordum. Kaşık pozisyonundaydık! Fakat birbirimize dokunmuyorduk o yüzden bu sayılmazdı."Çünkü bu yatak benimkinden çok daha rahat ve benim gidesim yok." -Sydney
gerçeküstücülük,bu ilişkinin her zaman tıbbi gözlem modeline göre kurulmasını ön görmüştür.işin içine keyfiyet girmeden tek bir olay atlanmaz,hatta tek bir ad değiştirilemez.bazı olayların dolaysız,şaşırtıcı akıl dışılığının ortaya çıkartılması bunları kaydeden insani belgelerin kesin biçimde özgün olma koşulunu gerektirir.içinde son derece etkili bir soruşturmanın yer alacağı zaman dilimi hiç bir şey eklenemeyecek ve hiç bir şey çıkarılamayacak kadar güzel olmalıdır,çok güzel olmalıdır.ona hakkını teslim etmenin tek yolu bu zaman diliminin gerçekten akıp gittiğini düşünmektir,bu zaman diliminin insanda böyle bir izlenim uyandırmasıdır.
Reklam
ÖYLE ÇOK BAKTIM Kİ Öyle çok baktım ki güzelliğe onunla dopdolu hayalim Gövdenin hatları. Kırmızı dudaklar. Haz dolu kollar bacaklar. Sanki Yunan yontularından alınmış saçlar, her zaman güzel, taranmamış olsalar da, hafifçe düşüvermiş solgun alınlara. Aşkın yüzleri, tam şiirimin istediği gibi... gençliğimin gecelerinde, gizlice buluştuğum gecelerinde...
Sayfa 87
"Gurbette, yabancı diyarlarda gibiyim; yerime, evime, kaynağıma dönmek arzusunun bir açlık gibi içimi bayılttığını duyuyorum. Aynı İstanbul'un içinde İstanbul'u arayarak ve artık bulamayacağımı pek iyi anlayarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Ben İstanbul'un, eski İstanbul'un, o şahsiyetli ve güzel İstanbul'un iç yüzünü afacancasını tanıyan bir evladıydım; onu ben ne iyi anlardım... Sanki o da bana ayrıca, herkese yaptığından fazla yüreğini açardı. İşte ben, bu pek iyi tanıdığım ve pek çok sevdiğim vücudu kaybettim. Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum."
Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup “nasılsın” diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek. Senden bir ricada bulunucam ama en iyisi şimdilik susmak. Mâdem sen sözünde durmadın ben de sürpriz yapıcam! Şaşırtıcam seni! Hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez, tadı kaçar sonra... Gene de ödeyemem. Böylesi daha güzel. Sana mahkûm kalmak güzel. Gözlerinden öperim. N’olur yaz.
Mevsimlerden yazdı ve tercüme-i halime ne söylesem azdı. Biliyordum, gidecekti. Kim bilir, belki de bir bekleyeni vardı? Lakin gözlerinden anlıyordum, o da benim gibi yalnızdı. Dışarıdan bakınca halleri pervasız, ruhu uçarıydı. Sevdiyse de çok, korkarım bana pek inanmazdı. İşte bu konuda çok haksızdı. Varsın olsun; başka kim gözlerinde umudu ve acıyı aynı anda böyle güzel taşırdı? Tanrı'nın kaderime yazdığı işte bu kızdı.
Sayfa 184Kitabı okudu
Reklam
Ne güzel gülüyorsun Andre ! Oysa çok gülenlerin yüreğinde keskin bir acı saklıdır...
Yeryüzünde herkes hak ettiği değeri bulsaydı, dünya çok güzel olurdu ve bu zalimlerin işine gelmezdi.
İlişkide olduğunda her şey çok güzel başlıyor, tıpkı bir rüya gibi ama sonra içini bir korku kaplıyor: “Kaybetme Korkusu” - Ya benden sıkılırsa? - Ya beni aldatırsa? - Ya beni eskisi kadar sevmiyosa? Sonrasında birden rüya bitiveriyor. Sanki sevgiline bir büyü yapılmış gibi birden bire sana karşı ilgisizleşmeye başlıyor. Sana değer veren,
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.