Eskiden Müslümanlar'ı yoketmek için, öldürmek kafii idi. Fakat durum şimdi tamamen değişti, İslam düşmanları şöyle diyorlar :(Müslüman'ı öldürmeye lüzüm yok, inancını öldürürsek fikri bozuk olur, fikri bozuk olunca da hem bir Müslüman eksilir, hem de biz, bir tane adam kazanmış oluruz.)
Fikri (İNANCI) öldürme metotları, tuzakları
gayet basit:
Herkesin karanlık bir odası vardır; anahtarını kimselere veremeyeceği, içinde korkularını, ataletlerini, aşırılarını, uçlarını ve kimseninkilere benzemeyen travmalarla dolu bir odası…
Korkular denilince 90’lı yılların sonunda ilk kez okuduğum Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında adlı eserindeki; “Yirmi yıl düşündükten sonra korkuların
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler
Adam oglunu arabasiyla okula goturuyor. Yolda bir kaza oluyor ve baba ölüyor. Cocuk agir yarali. Ambulans geliyor. Cocugu hastaneye kaldiriyorlar. Cocugun hemen ameliyat olmasi gerekiyor. Ameliyat masasina yatiriyorlar. Cok gecmeden cerrah iceri giriyor ve cocugu gorur gormez,
-Ben bu cocugu ameliyat edemem, diyor, bu benim oglum...
Acikli öykümuz bitti... Ne olup bitiyor?
Cocugun iki babasi mi var? Hayir, cocugun iki babasi yok...
Babalardan biri uvey mi? Hayir...
Cerrahin oglu yaralanan cocuga cok mu benziyor? Hayir...
Yanit son derece dogal.
Beynimizin nasil kaliplara girdigine cok guzel bir ornektir bu bilmece. Beynimiz oylesine kaliplasmis ki, cerrahin kadin olabilecegini yani cocugun annesi olabilecegini dusunemiyoruz bile...
Kadin-erkek esitliginden yana olabiliriz ama esitsizlik biz ayrimina varmadan beynimize islemis.
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
Bak nasıl da sararıp soluvermiş Tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
Bak, nasıl da dayamış yanağını eline!
Ah, eline giydiği eldiven olaydım da
Dokunaydım yanağına.
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkar bu giysileri, at üzerinden.
Kadınım benim, ah benim sevgilim bu!
Ne olur ah, bilseydi sevgilim olduğunu!
Konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
Ne çıkar anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki.
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;
Utandırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
Bak, nasıl da dayamış yanağını eline!
Ah, eline giydiği eldiven olaydım da dokunaydım yanağına.