Bu durumu şu örnek çok güzel açıklar: "Dört İslam ülkesinden, dört farklı dil konuşan dört hacı Mekke'ye doğru giden yolda çölden geçiyorlarmış. Bir vahada bir parça altın bulmuşlar. Altın parçası o kadar küçükmüş ki bölüşseler ellerinde neredeyse hiçbir şey kalmayacakmış. Bunun yerine altın ile bir şey satın alıp bölüşmeye karar vermişler. Almak istedikleri şeyi, en yaşlıları Arapça, ikincisi Farsça, üçüncüsü Türkçe ve dördüncüsü Kürtçe -hep aynı şeyi-söylemişler. Her dilde üzüm kelimesi farklı olduğu için birbirlerini anlamamışlar ve kavga ile son bulan bir tartışmaya girmişler. Oradan geçen ve dört dili de anlayan ve her birinin hakkını savunacağına söz veren beşinci hacı gelene kadar sakinleşmemişler. Beşinci hacı parayı alıp gitmiş ve biraz sonra sulu üzümlerle gelerek aralarında pay etmiş. Bu durum değişik dinler için de tıpkı böyledir. Hakikat daima aynıdır, onu anlatan kelimeler ise çok farklıdır. Gelecekte bir gün insanlar yeterince olgunlaştığında farklılıklar birleşmeyle sonlanabilir. Zira hakikat Allah gibi tek ve Ölümsüzdür."
Mevlânâ Celâleddin Rûmî bu fikri şöyle dile getirir: "Önce senin ruhun ve benim ruhum bir idi. Benim gelişim senin gelişin, benim gidişim senin gidişin idi. Benden ya da senden söz etmek doğru olmaz. Aramızda ben ve sen artık bitti. Işıldayan özünü bulmak için nefsin bütün engellerini aş. Yerim hiçbir yerdir ve izim hiçbir izdir." Carl Vett , a.g.e., s. 35, 46. [Dervişler Arasında İki Hafta - KAKNÜS YAYINLARI]
Budistler, Himalayalar,da İnternet Kafe açmışlar. Dünyanın her yeriyle ama hiçbir keşif duygusu taşımadan iletişim kuruyorlar. Artık çok uzak yerlerin, asla dokunamayacakları yakınlıkların peşindeler. Onlar da bu büyük palavranın parçası oldular. Kavramları yeniden tartışmamız gerekecek. Rüyaları, kabusları, adaleti, yalnızlığı. Ne kadar basitse. o kadar çok ve uzun tartışmamız gerekecek. YaniAtilla, benim deli ve iyi olma şansım bitti... Belki tek şansım, bana içerde başka bir hayat olduğunu anlatman. Kızgın parmaklarınla boncuklar, kitaplar, kelebekler, resimler gönderip o ormanda devrilen ağacı haman.
Güzel bayan, aşk bitti diye
Kederli şarkılar söyleme;
Bırak bir yana kederi, şarkılarını söyle
Geçip giden aşkın yettiğini.
Şarkılarını söyle, ölmüş aşıkların
Uzun derin uykularının,
Nasıl uyuyacağını bütün aşkın kabirde:
Aşk çok yorgundur şimdi.
BİR ŞEYLER EKSİK
Ya sevgiye, ya da arzuya ,nesne olmak istiyoruz.
...arzuladığımıza ulaşmak, arzulandığımızda da ulaşılmak istemiyoruz.
''Sevmeyi becerecek kadar kendi benliğimizden feragat etmeyi bilmiyor, arzulamayı becerecek kadar da bilinmeyene ve tehlikeli olana yelken açmaya cesaret edemiyoruz.''
BİR ŞEYLER EKSİK
," Lacan aşk hakkında konuşurken "Aşk sahip olmadığınız (sizde olmayan) bir şeyi, onu sizden istemeyen birine vermektir/vermeye çalışmaktır, Acınası bir durum gibi görünüyor, değil mi? Ortada verilecek bir şey yok, ama zaten onu isteyen de yok. Ancak "aşk" gene de var. Çünkü o öteki her kimse, onun
Romeo:
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
Bak nasıl da sararıp soluvermiş Tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun
Başıma geleni çok takmıyordum doğrusu. Şimdi olsa yıkım gibi yaşanacak şeyler, nedense o zamanlar çok sıradan kabul edilirdi. Ne güzelmiş meğer o günler. Neyse. Benim aklımda hala arkadaşım. Belli ki o da yan hücrelerin birinde. "Ne yapıyor? lyi mi? İşkence yapmışlar mıdır? Morali nasıl?" Onları düşünüyorum. Beşinci gündü galiba. O gün yemeğin yanında pelte gibi bir tel kadayıf verdiler. Tel kadayıf. inanılmaz bir şey. Bizim arkadaşın en sevdiği tatlı. Biliyorum, hastasıdır tel kadayıfın. Benim için o an bitti sanki siyasi şube, 12 Eylül, faşizm vs. Değil mi ki arkadaşım şu anda tel kadayıf yiyor, gerisi boş. Her şey güzel artık.
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. Bundan hiç haberdar olmasak da...
Fıtık Amca, o dolaylardaki sinemalarda oynayan bütün filmleri seyredip “Hazret-i Ömer’in Adaleti” adlı yerli filmi uygun bulup karısına o filmi görebileceğini söylüyor. Necmiye... Genç kadının adı. Gidiyor sinemaya... Fıtık Amcanın içi pırpır... Ertesi akşam erkenden eve dönüyor. Oh, çok şükür Necmiye evde.
— Necmiyaa?
— Efendim.
— Ne yaptın ben
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN
Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı.
– Üşüdün, dedim.
Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım.
– Neden böyle oldun, dedim.
Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
17 Eylül 1914'te Mustafa Kemal Sofya'dan Tevfik Rüştü (Aras) Bey'e bir mektup göndermişti. Mustafa Kemal bu mektubunda 1. Dünya Savaşı'nın geleceğini nasıl gördüğünü açıkça ortaya koymuştu:
"Birtakım insanlar vardır ki hakkımdaki fikirleri daima olumsuzdur.
… Benim, her ne şekilde olursa olsun vücudumun ortadan
bütün oyunlar bitti - bir sen kaldın yalnızlığımda
bir başka dünyadayım artık - beni çocuklar bile anlıyor
yıktım boğaları bir bir - bana gül atma yıkıldım
ne yapsam nasıl etsem nasıl boğsam öz çocuğumu
git - ona git - çek gözlerini - ben yorgunum yokluğuna
bilsen ne güzel yokluğuna
parmaklarımda o hiç kurtulamadığım acı uğultu
yokladım kapıları tek tek - dönüp ülkene düştüm
bilsen ne güzel düştüm
tatlı bir kıpırtının ötesindesin
çocuksu korkularını giyiniyorsun
yaralı bir temmuz ikindisisin
hırçın sularıma iğilmiş
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
Ne zamandır kışın gelmesi şu hayat ağaçların?
Bilemiyoruz. Göçmen kuşların aksine, yoktur
haber verenimiz. Hep gecikerek bu yüzden,
acele yapışırız rüzgârların eteklerine, bizi
hiç umursamayan bir dereye saçılmak için.
Ama biliriz, çiçeklenmenin de, solmanın da
ne olduğunu.
Ve bir yerlerde hâlâ gezinen arslanlar, onlar
bilirler ihtişamları