"Her zaman bir sır vardır. Tıpkı sisin içinden duyduğumuz sesler gibi. Bir keresinde New York Metropolitan Müzesi'ndeki bir sergiye gitmiştim. Çin parşömenleri. Aslında Asya pek ilgimi çekmez. Çok fazla şiddet, çok fazla insan, bir de şu mürekkep estetiği ve Zen saçmalığı beni hiçbir zaman çekmemiştir. Ama işte orada bir resim vardı. Çinli ressamların yüzyıllardır resimlerine konu ettikleri Li nehrinin kıyısını tasvir eden ünlü resimlerin arasında, ejderha sırtına benzeyen dağların, eğri çamların, nehrin ve nehrin üzerinden geçip tapınağa uzanan köprü tasvirlerinin ortasındaydı. İmparator bir yarışma ilan etmiş ve bu manzarayı resimde en güzel ifade edene bir servet bağışlayacağını açıklamış. İşte bu bilinmeyen ressam, adını hatırlayamadım şimdi, köprüyü resmetmiş, köprünün sis içindeki halini. Tapınak hiç görünmüyor, nehir görünmüyor ve arkadaki dağlar belli belirsiz seçiliyor. Köprünün de sisin içinden sadece bir parçası görünüyor. İşte o ressam ödülü kazanmış. Ben olsam ben de ödülü ona verirdim. Adam doğruyu söylemiş. Biz bir şeyin güzelliğini ancak sisler arasındaysa görebiliriz. Ve hatıralarımız gerçeğinden hep daha güzeldir."