Çok seneler sonra, kasabadan kaçıp Paris'e yerleşti­ğimde, akşamları barlarda insanlarla tanıştığımda ve insanlar ailemle aramın nasıl olduğu sorduğunda -saçma bir soru ama soruyorlar işte- babamdan nefret ettiğimi söyledim hep. Doğru değildi. Seni sevdiğimi biliyordum ama başkalarına senden nefret ettiğimi söyleme ihtiyacı hissediyordum. Neden? Sevmekten utanmak normal mi?
" Bazen telsizde şefleriyle konuşurduk; Küfür etmeden ,tehdit etmeden . Havadan sudan , futbol maçlarından konuşurduk. Sana çok saçma gelebilir ama adamın sesinden bana yakınlık duyduğunu hissederdim, sanırım ben de ona yakınlık duyardım . O anlarda , beni öldürmek için fırsat kollayan ve benim de öldürmek için fırsat kolladığım o terörist , savaşın uzağındakilerden daha yakın bulurdum kendime."
Sayfa 132Kitabı okudu
Reklam
Gül Kuyusu - Binnaz Şafak Nigiz
"Uzun uzun bana bakmaktan korkuyor musun? " diye sormasını beklemediğimden, şaşkınlık bir mürekkep olup içimdeki boşluğu onun kelimeleriyle doldurdu. Dalgın bakışlarımı masadan çekmeden birkaç saniye kadar bekledim. Ne söylenirdi bilmiyordum. "Bunun cevabını bilmiyorum," dedim. Ve sonra dürüst olmaya karar verip,
Sayfa 358 - Dokuz YayınlarıKitabı okuyor
Çok saçma ama uykulu olmakla uykusuz olmak aynı anlama geliyor.
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım Burası İstanbul Bakırköy'de bir hastane, ben 399 nolu hasta, teşhis plak kompleksi marka sahibinin sesi. Bir iğne görmez miyim fırıl fırıl dönerim. Yolunuz buraya düşerse eğer bana plak fırçası getirin, kristal iğne getirin. Ben insanları çok severdim, çok severim. Çok saftım bir zamanlar, inandım, kand8ırıldım. İnsanları çok severdim, inandım, kandırıldım ama sevildiğim kadar sevilmedim. Karım'a, vatanıma, milletime, dostlarıma köpek gibi sadıktım. Belki ondan ötürü köpek yerine sayıldım. Yetmişim'e 1 yaş kala teşhisimi koydular. Bütün bu saçma şarkıyı baştan sona çizip yeni bir şarkıya başlayacaktım müsade etmediler. Bana deli dediler. Şimdi bütün gece, bütün gece herkes mışıl mışıl uyurken ben gözümü kırpmıyorum. Mırıl mırıl, mırıl mırıl koza ören bir ipek böceği gibi yeni bir plak dolduruyorum, ama bu seferki sahibinin sesi değil vicadinin öz sesi. Bütün bu dünyaya karşı. Ezilmiş, kandırılmış, okkanın altına gitmiş küçük adamların uyanış marşı. Yalın, güçlü, imanlı. Ey benim insan kardeşlerim, gözlerinizi açın gerekeni yapın. Sakın siz de benim gibi safçasına plak olmayın. Gözlerinizi açın gerekeni yapın...
Uf olmuş, bebek. :)
“Konuşacak yığınla şeyimiz olduğunu biliyorum. Bir yığın hem de. Ama hiç susmaksızın konuşmaya başlamadan önce senden bir şey isteyebilir miyim?” “Canın her ne istiyorsa benim güzel, minik bebeğim. Ne arzu edersen,” Yanağımı okşadı. Duraksadım. Bu büyük bir sözdü. Vay canına. Az önce kalbimin göğüs kafesimden fırlamasına yol açmıştı. Boğazımı temizledim. “Söylemen yeterli bebeğim,” dedi yanağımdan öperek. “Her ne istersen, şenindir. Ben de şeninim. Dile benden ne dilersen,” Burnumun ucunu öptü. Şu an beni inanılmaz şımartıyordu. Tahrik ediyor olmasından bahsetmiyorum bile. Konuşmakta güçlük çekiyordum. “Söyle hadi,” dedi. “Tüm uf olmuş yerlerimi öpmeni istiyorum.” Gülümsedi. “U f olmuş yerlerin mi?” Dişlerimi göstererek gülümsedim. Bu saçma kelimenin onun ağzından çıktığını görmek çok tatlıydı. “Evet, tüm uf olmuş yerlerime besito* kondurarak onları iyileştirmeni istiyorum.” “Besitor diye tekrar etti. Jonas onunla İspanyolca konuşmama her zaman bayılıyordu. “Hı-hı. Küçük öpücükler. U f olmuş yerlerime.” “U f olmuş yerlerine besito istiyorsun, öyle mi?” “Hı-hı.” Dudağını ısırdı. “Sen nasıl arzu edersen, benim güzel bebeğim. Benim Muhteşem Sarah’ım,” Yanakları kızarmıştı. Bu üç gün birbirimizden ayrı kalarak nasıl hayatta kalmayı başarmıştık? Neden ondan uzaklaşma ihtiyacı hissetmiştim ki? Neden kendimle baş başa kalmak istediğimi bile hatırlamıyordum.
Sayfa 82
Reklam
İnsanların büyük bir kısmının entelektüel faaliyetten anladığı, kulaklarından içeri dökülen sloganları papağan gibi tekrar etmekten ibarettir. Sloganlar ise dayanıksızdır. Ayette zikredilen örümceğin evini anımsatır. Ama sloganlar bir akış oluşturur. Kendinizi bu akışa kaptırmazsanız ve durabilmeyi becerirseniz sloganın ne kadar boş olduğu kolayca fark edilir. Bu sebeple insanlar dönemim modasına kapılarak canları ve malları pahasına savundukları fikirlerinin çok saçma olduğunu modası geçince fark ederler.
Bütün bunlar beni kendime götürdü çünkü tuhaf bir biçimde ben de değişiyorum. Kendi kendine yeterli eski yaşamım biraz boş, biraz anlamsız gelmeye başladı. En derin gereksinimlerime artık yanıt vermiyor. Doğamın derinliklerinde sanki bir dalga yön değiştirdi. Neden bilmem ama, dostum, son zamanlarda düşüncem daha çok sana yönelmeye başladı. İçimden geçeni söyleyeyim mi? Aşkın bu yakasında arayıp bulabileceğimiz bir dostluk olabilir mi? Aşk sözcüğünü daha çok kullanmak istemiyorum - o sözcük, o sözcüğün bütün uzlaşmaları benim için iğrençleşti. Ama ondan daha derin, hatta sınırsız derecede derin, buna karşın sözcüklerin, düşüncelerin ötesinde bir dostluk bulunabilir mi? İnsanın sadık kalabileceği birini bulması gerek galiba, bedence sadıklıktan söz etmiyorum (o papazlara kalsın) ama suçlu ruhumuzla. Bu seni şimdilerde ilgilendirecek bir sorun olmayabilir. Bir-iki kez senin yanına gelip belki çocuğa bakma konusunda yardım önermek gibi saçma bir isteğe kapıldım. Ama artık hiç kimseye gereksinmen olmadığı, yalnızlığını her şeyin üstünde tuttuğun anlaşılıyor... Bir-iki satır daha, sonra sevgi sözleriyle bitiyor.
Sayfa 282
DİN-YOBAZLIK: Atsız ilk olarak 1932 yılında, "Aynı tarihî yanlışlığa düşüyoruz” başlıklı yazıda din konusuna temas eder. Konuya bir tespit ve bir soruyla girer: "Bugün din hayatta birinci safta bir rol oynamıyor. Devlet dini bit kenara atmıştır. Fakat din, halk yığınları üzerindeki büyük nüfuzunu yapmakta devam ediyor. Ve Bolşevik Rusya
Anlatısal zaman, "aylakça ve tarafsızca harcanacak bir zenginlik biçimidir" der Calvino. Calvino'nun neredeyse havai ifadesini çok yerinde buluyorum: Voltaire'in Candide'ini bugün de seviyoruz, çünkü türü önceleyen bir örnekmişçesine başarılı bir aksiyon filmi gibi iş­liyor. Doğrudur, her sayfada okuyucu, bitimsiz çeşitlemelerle tırmanan ve artan bir trajedi, işkence ve toplu katliam seliyle bombardımana tutulur, ama olaylar öylesine bir zarafet ve hızla onaya serilir ki çalışmanın büyüleyici temposu okuyucuyu korku yerine neşeli bir canlılıkla doldurur. Voltaire'in eşsiz keşfi yadsınmaz bir biçimde, yüksek voltajlı deşarjların ve nö­bete uzanan bitmez tükenmez patlamaların çılgın birikiminde yatar. Mübalağa ile felsefi bir masal için en uygun zemini hazırlayarak, baş aşağı duran saçma bir dünyanın resmini eksiksiz bir şekilde çizmeyi başarır.
1,000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.