"Saçma sapan laflarla kafalarına sokulmuş o küçük ahlaklarıyla lak lak konuşur, ama yaşamaktan korkarlar. Seni seveceklerdir Martin, ama kendi küçük ahlaklarını daha çok seveceklerdir. Senin istediğinse bütün görkemiyle hayata teslim oluştur, büyük ve özgür ruhlardır, alev alev yanan kelebeklerdir, o küçük gri güveler değil. Yeterince yaşayacak kadar bahtsızsan bir gün bıkacaksın bütün o kadın mevzularından. Ama fazla yaşamazsın sen. Denize ve gemilere dönmeyecek, dolayısıyla da kemiklerin iyice çürüyene kadar bu illet şehirlerin deliklerine dolanıp duracak, sonra da öleceksin."
Sayfa 333
Herkes zaman zaman hata yapar, bu hayatın bir gerçeğidir. Eğer bir düşünürseniz, neden farklı bir şey olmasını bekleyesiniz ki? Kusursuz olacağınıza, asla başarısız olmayacağınıza ve hayatınızın tam da istediğiniz gibi gideceğine dair doğumdan önce imzaladığınız o yazılı sözleşme nerede? -Affedersiniz. Bir hata olmalı. "Öleceğim güne kadar her şey yolunda gidecek" programına kaydolmuştum. Yönetimle görüşebilir miyim lütfen?- Bu çok saçma ama yine de çoğumuz tökezlediğimizde, hayatımız istenmeyen ya da beklenmedik bir şekilde değiştiğinde, bir şeyler korkunç bir şekilde ters gitmiş gibi davranırız.
Reklam
İnsan öleceğini biliyor ama yine de buna inanmıyor. Ölüm er­telenebilir mi? Bir yandan, bir gün ya da bir başka gün ölmek kaçınılmaz bir şey. İnsan, ölmeye yazgılı bir varlık, bu kaçınılmaz. Diğer yandan, şu ya da bugün ya da ölmek asla zorunlu değildir. Mantıksal olarak, asla zorunlu değil, ama uzun vadede asla ölmemek de saçma olurdu. Bütün
Sayfa 19 - MonoKL Yay. 1. Baskı: Temmuz 2012Kitabı okuyor
Hayır bayım, size söylemedim. Lütfen üzerinize alınmayın, işinize gücünüze bakın. Ben yokmuşum gibi davranın. Size neden bir şey söyleyeyim ki durduk yere? Ne maksatla? Kim oluyorsunuz yani? Diğerlerine oranla ne gibi bir üstünlüğünüz, ayrıcalığınız bulunuyor? Dörde katladığınız, tek elinizde tuttuğunuz gazetenizi keyifle okumayı sürdürün. Zaten saçma sapan bir yayın galiba. Sizden de ancak bu kadarı beklenirdi, şaşırmadım… Ama durun bakayım, tam evli barklı bir adam tipi var sizde. Üstelik en az yirmi yıllık. Karınızdan ve evlilik kurumunun kendisinden nasıl da ölesiye nefret ettiğiniz, beklediğinizi bulamadığınız belli. Bakışlarınızdaki bulanıklıktan, gözlerinizdeki yorgun, dibe çökmüş gölgelerden anlaşılıyor. Huysuz, sinirli de birisiniz. Karınız sizi terk etmek için fırsat kolluyordur. Gerekli maddi olanaklara sahip bulunsa, bahse girerim o basık, kasvetli, havasız evde bir dakika bile durmaz. Kızınız sizden resmen utanıyor, para isterken takındığı sıkıntılı tavırlardan belli, bunu kendine yakıştıramadığı, sırf mecburiyetten katlandığı açık. Zaten çok yakında, tanımadığınız bir oğlanla dünya evine girecek, size yolda rastlasa selam bile vermeyecek, çok görecek. Yazık. Kabul edin, onu düzgün, gereği gibi yetiştiremediniz, hainin, çıkarcının, insanın arkasından iş çeviren akrebin biri olup çıktı, yılandan, köpekbalıklarından farksız, Allah zavallı koca adayına sabır versin.
Yine sırf iş olsun diye birkaç saniye boyunca kaşlarımla dudaklarımı yukarı doğru kaldırıp düşünüyormuş gibi sustuktan sonra, bakışlarımı başkanın hâlâ durulup sakinleşememiş güzelim mavi gözlerine âdeta çivileyerek, öncelikle az önce beni onlarca dikkatli, saygın tanığın önünde zımnen de olsa tehdit ettiği
Bir şeyi daha söylemeliyim. Onu evlenmeden önce de tamm yordum ve ona âşık olduğumu o zaman da söylemedim. Bunun acısını ölene dek taşıyacağım. Bunu hakkediyorum çünkü. Ona aşkımı neden söylemediğime gelince filmlerden apartma bir ideyle, onun benimle mutlu olabileceğine inanmıyordum. Yani ona çok yakın olursam zarar vereceğimden korkuyordum. Uzakta durursa aşkımdan zarar görmez. Birlikte yaşanması güç bir adam olarak, dünyası karmaşadan kurtulamayan bir adam olarak, son derece iyi bir aile yaşantısı olan ve fazlasını hakkeden onu, kendime karşı koruyordum. Şu an evli olduğu adamla evlenmesine, birlikte olmasına göz yumdum. Biliyorum ki, bunu istemeseydim asla olmazdı. Ancak düzenli bir hayatı olan, iyi bir işi ve ailesi olan, onu koruyacağından emin olduğum o adamla evlenmesine razı oldum. Bunun aptalca olduğunu biliyorum. Benimle birlikte olmak pahasına her şeye göğüs gereceğinden de eminim. Kendi kendimin korkusu olmuştum. Gittiğim her yere bu belayı taşıyordum. Onu korumam gerekiyordu ve yaptım. Sonuçta müşfik, iyi niyetli, onu seven bir adamla evli. Ama ona olan aşkımdan da emin. Böyle saçma bir durum işte...
Reklam
bütün evrende geçerli olan bir kural vardı: 'Eğer birini kendi tarafına çekmek istiyorsan, yapman gereken şey acısını dindirmekti.' Çok saçma geliyor şimdi bu mantık. Ama hakikat aslında daha bile saçma, kendime bile itiraf edemeyeceğim kadar da tehlikeliydi. Birinin canını yakmıştım, şimdi başka birini iyileştirerek bunu telafi etmek istiyordum.
-İşte Sisifos'un cezası buydu. Geriye düşeceğini bildiği halde taşı sonsuza kadar o tepeye taşımak. Sonra aşağıya düşüşünü seyretmek ve tekrar ve tekrar… -Ama bu… Ama bu… Bu çok anlamsız! -Cezayı korkunç kılan da işte buydu çocuğum; anlamsız olması… Bulunduğun hale, yaptığın işe, başına gelenlere, olanları ya da olmayanları saçma bulmak ve bir anlam verememek o kadar acı verici bir şeydir ki Çaylak, insan bu acıdan onu kabullenmekle de kurtulamaz. Kabullenmek, bizi anlamsızlık karşısında büsbütün ümitsiz ve çaresiz bırakarak, acımızı daha da artırır. -Bu durumda olmaktansa gübre böceği olmayı milyon kere tercih ederdim...
" Çok saçma değil mi! Tarih kitapları insanlığın 3500 yıldır var olduğunu söylüyor ama Göbekli Tepede yapılan kazıda ortaya çıkan şehrin milattan önce 10.500'lere ait olduğu ispatlandı," diyen Ali tartışmaya son noktayı koymaya çalışırken Can Manay pes etmeyecekti, lafa girdi: " Dünyanın ücra köşelerinde çok daha eskilere dayanan yerleşim yerleri bulmak uygarlık olduklarını göstermez.
Mahpusların hastalıkları sırasında bile cezalarını çektiklerini söylüyorum, ama bu usulün onlara verilen cezaların bir başka şekli olduğunu o sıralar tahmin etmiyordum, hâlâ da etmiyorum. Şüphesiz böyle bir düşünce saçma bir suçlama olurdu. Resmen, hastaların cezalandırılması diye bir şey yoktu. Şu halde belki de çok zararlı, kötü sonuçlar veren bu tedbire acı, mutlak bir zaruret yüzünden başvuruluyordu. Ama neydi bu zaruret? Ne yazık ki, gerek bu, gerek birçok başka anlaşılması güç, hatta sebebi belirsiz bazı tedbirleri doğuran zaruretleri mantıkla açıklamak imkânsızdır. Peki, bu faydasız gaddarlığı nasıl açıklamalı? Mahpus hastalık bahanesiyle doktorları aldatarak hastaneye gelecek, gece helaya çıkıp karanlıktan yararlanarak kaçacak mı? Bu düşüncenin ne kadar saçma olduğu açıktır. Nereye kaçacak? Nasıl kaçacak? Neyle kaçacak? Gündüzleri birer birer çıkmaya izin veriyorlar, gece de aynı şey yapılabilirdi.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.