Babam akıllı, basiretli bir adamdı. Sonumun neye varacağını önceden gördüğü için bana çok ciddi uyarı ve nasihatlerde
bulundu. Bir sabah, çekmekte olduğu damla hastalığı yüzünden
dışarı çıkamadığı odasına çağırdı beni. Ve çok yumuşak bir dille
öğütler verdi. Salt macera isteği dışında hangi sebeplerle baba
evinden, doğup büyüdüğüm, rahat, mutlu bir hayat sürebileceğim, mal mülk sahibi olabileceğim vatanımdan ayrılıp gitmek
istediğimi sordu. Ancak umutsuz insanların ya da çok büyük
servet sahibi olmak isteyenlerin, alışılmışın dışına çıkıp uzak diyarlarda macera ve şöhret peşinde koştuklarını söyledi. Böylesi
bir tutumun benim gibi birinin ya çok üstünde ya da çok altındakilere has bir şey olduğunu; benim için en uygun olanın ise vasat
yani orta yolu tercih etmek olduğunu söyledi. Uzun tecrübeleri
sonunda dünyadaki en iyi, insan mutluluğuna en uygun yaşama tarzının, bu orta yol olduğunu; böylece alt tabakadakilerin
ağır çalışma ve yaşama şartlarından uzak kalabileceğim gibi üst
tabakadakilere özgü gurur, kibir, lüks, ihtiras ve hasetten de azade olacağımı ifade etti. Bu mutluluğun değerini anlamak için şu
tek şeye bakmak bile yeterliydi: Böyle bir hayat bütün insanların
imrendiği hayattı; Krallar, büyük şeyler yapmak için yaratılmış
olmalarının can sıkıcı sonuçlarından yakınıp dururlar ve de iki
aşırı uç; süflîlik ile büyüklük arasında bir yerde olmanın özlemini çekerlerdi. Âkil insanlarsa ne fakir, ne de zengin olmayı
isterler, sadece ortalama bir yaşam tarzına sahip olmanın gerçek
mutluluk olduğunu bilirlerdi.
Anlatması zor. Birini çok sevmişsem, adını asla başkalarına söylemem. Onlara ait bir parçayı başkalarına teslim ediyormuşum gibi gelir bana.
En basit şey bile gizlendiğinde güzelleşir.
Serinin ilk iki kitabı gerçekten güzel ve sürükleyiciydi özellikle ilk kitabı oldukça güzel bir kurguya sahipti. 3. kitaba başladığımda kitaba dair hayal kırıklıklarım da başlamış oldu. Son iki kitap olmasa da olurdu. Özellikle üçüncü kitapta Ateş hiç kendi gibi davranmıyordu. Tanıdığımız Ateş değildi. 4. kitabın %90'ı affetmek için olan kısımdı ama bir aksiyon yoktu. Hare'nin bebek mevzusu da gereksiz uzatılmıştı. Hare son kitapta tek işlevi her şeye itiraz etmek olan salak bir kız gibi gösterilmişti. Alya da o kadar sevilen bir karakter değildi ama ihanet etmesi saçmaydı çünkü üçüncü kitapta Hare ile bir iş birliği sağlamışken tekrardan eski haline dönmesi hatta abisine de zarar getirecek bir ihaneti gerçekleştirmesi Alya gibi iğrenç birine bile yakışmıyordu. Çok masummuş gibi herkesin onun arkasından üzülmesi de anlamsızdı. Creff'in kaleye giderse Yasemin'i ele vereceğini kavrayamaması 5 yaşında çocuk olduğunu gösteriyor zannımca. Koca 4 kitap boyunca Hare'nin bir vasfa sahip olmak için o kadar fazla fırsatı vardı ki! Kraliçeliği saçma bir şantaja bıraktı, liderliği bıraktı ve bu görevleri yaptığı süreç boyunca ve sonrasında ne hikmetse hiçbir yerde sözü geçmiyor! Sofia daha güçlü bir karakterdi en azından bir şeyler için çabalıyordu. Emel gibi sümsük birine bile bir şey yapamadı Hare! Daha söyleyecek o kadar şey var ki son kitap hakkında ama kısaca özetlemek gerekirse benim için hayal kırıklığıydı.
Veronica King aşkın ne olduğunu bildiğini düşünüyordu. Ancak tüm hayallerinin yerle bir olması için tek bir ticari anlaşmayi duyunca düşüncesi yerle bir oldu. Her şey nişanlandığı gece berbat oldu. İşte o zaman Clayton'ın çok zengin babasıyla bir anlaşma yaptığını öğrendi. Evlilikleri karşılığında bir takas. O da nişanı terk edip gitti. Yıllar sonra babasının ölümüyle Veronica, King Estate'e geri dönmek zorunda kalır. Ve bu sefer Clayton'a karşı herhangi bir şey hissetmiyor. Bakalım neler olacak.
The TycoonMolly O'Keefe · CreateSpace Independent · 20182 okunma
Yeryüzü, mühendislerin kesin delillerle ispatladığı gibi felekler âlemi karşısında o kadar küçüktür ki, sanki daire içinde bir nokta olup onun büyük bölümünü ya su kapladığından ya da aşırı sıcak veya soğuk sebebiyle yerleşilemez durumdadır. Kara parçalarının tümü ise yer kürenin oldukça küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Bununla birlikte,
“Saçma tiyatro’ geleneğinden beslenerek yaşamın absürdlüğünü, birey-birey, birey-aile, birey -toplum iletişimsizliğini vurgulayan birbirinden güzel öykülerle selamlıyorum sizi.
“Elalem örgütünün” dayattığı otoriteyi ve kabuğunu kıramamış bireyin içsel şartlanmalarını ironinin dayanılmaz hafifliği ile kuşatarak nahif ama çarpıcı cümleleriyle yerle yeksan eden Jane Bowles ile…
Niceliğin değil niteliğin öne çıktığı, rüzgarı yazmanın acı verici hazzından menkul öyküler.
Okumaktan en çok keyif aldığım Araf’tan “ikilemler” dünyasından seslenmiş bize.
Düş ile gerçeğin, dişil ile erilin, günahın baştan çıkarıcılığı ile arınmanın kefaretinin ve daha nicelerinin dualitesinden …
Demem o ki bunca edebi yeteneğine rağmen hayatı boyunca bir roman (Ağırbaşlı İki Hanımefendi), bir oyun (Yazlık Evde) ve bu kitaptaki altı kısa öykü harici bir şey yazmayan, tasarladığı iki romanını da tamamlayamadan felç geçiren Jane Bowles’ın literatüre armağan ettiği eserleri ıskalamayalım.
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta
Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir.