günler geçti, halimiz aynı
saplanmıştık, ne esinti ne dalga vardı, resmedilmiş bir gemi gibi aylak, resmedilmiş bir denizde yatalak.
su, su, her yanda
ve çekti tüm borda;
su, su, her yanda
yok içmeye bir damla.
Genel olarak insanların benim hakkımda ne düşündüğüne gelirsek, zihnim ve ruhum her an sanık olarak durduğum bir başka duruşma ile öylesine meşgul ki buna fazla kafa yoracak durumda değilim !…
Pek az insanın sözcüklerine benim kadar anlam yüklediğini ya da sözcükleri uzun uzun düşünerek, aralarında fark gözeterek seçtiğini söylesem küstahlık etmiş olmam.
amatör bir biçimde ruhun taslağını çizmeye koyuldum. her birimizin biri erkek biri dişi olmak üzere iki güç tarafından yönetildiğini düşünelim. erkeğin beyninde, erkek kadına baskınken kadının beynindeyse kadın erkeğe baskındır. bu ikisi birbiriyle uyum içinde yaşar ve ruhsal olarak işbirliği yaparsa, normal ve huzurlu bir varoluş biçimi ortaya çıkar. erkeğin beynindeki kadın o erkek üzerindeki etkisini sürdürüyor olmalı ve kadın da içindeki erkekle ilişki içerisinde olmalıdır. coleridge, üstün zihnin çift cinsiyetli olduğunu söylerken belki de bunu kastetti. zihinde iki cinsiyetin bahsedilen birleşmesi gerçekleştiğinde, zihin bütünüyle döllenmiş olur ve tüm melekelerini kullanır. belki de bütünüyle eril olan zihin, bütünüyle dişil olan kadar yaratıcı değildir, diye düşündüm.
Demek istediğim, farklı cinsiyet bilincini ortaya çıkaran herkes bundan sorumludur. Yeteneklerimi bir kitap üzerinde denemek istediğimde, beni bunu Miss Davies ve Miss Clough'un henüz doğmamış olduğu ve bir yazarın zihninin her iki yakasını da eşit şekilde kullanabildiği o mutlu çağda aramaya sevk eden de yine onlar olmuştur. O zaman yeniden Shakespeare'e dönmek zorunda kalıyoruz, çünkü o çift cinsiyetliydi. Keats, Sterne, Cowper, Lamb ve Coleridge de öylelerdi. Shelley, cinsiyetsizdi diyebiliriz belki. Milton ve Ben Jonson'da ise biraz fazlaca erkeksilik vardı. Wordsworth ve Tolstoy da onlar gibidir. Zamanımızın yazarlarından Proust bütünüyle çift cinsiyetlidir, hatta kadınsı yönünün hafifçe daha ağır bastığını bile söyleyebiliriz. Ama bu kusur, onda şikâyet edilmeyecek kadar ender olarak belirginleşir, çünkü bu iki özelliği de içeren bir karışım olmadığı vakit zekâ baskın çıkar ve diğer yetenekler katılaşır ve kısırlaşır.
Bunun üzerine, gayet amatör bir şekilde ruhun bir planını çizmeye koyuldum; bu plana göre her birimizin içinde biri eril biri dişil olmak üzere iki güç olacaktı ve erkeğin beyninde, eril güç dişile baskın olacaktı, kadının beyninde ise dişil güç erile... Huzurlu ve normal bir ruh hali, bu ikisi uyum içinde ve ruhsal açıdan işbirliği yaparak yan yana yaşayabildiğinde gerçekleşecekti. Kişi bir erkekse bile, beyninin kadın tarafı etkin olmayı sürdürebilmeliydi; bir kadın da içindeki erkekle ilişkide olabilmeliydi. Üstün zihinli kişilerin çift cinsiyetli olduğunu söylerken, Coleridge belki de bunu anlatmak istiyordu. Bir tek bu füzyon gerçekleştiği takdirde, zihin tam anlamıyla beslenmiş olur ve tüm yeteneklerini devreye sokabilir. Belki de, diye düşündüm, sırf dişil olan bir zihnin yaratıcı olamayacağı gibi, sırf eril olan bir zihnin de yaratıcı olması mümkün değildir.
Hiç kuşkusuz Coleridge üstün bir akıl çifte cinsiyetli olmalı derken, kadınlara karşı özel bir yakınlığı olan, onların davasına inanıp kendini onların yorumuna adayan bir akıl demek istememişti.