Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nûr-u îmanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılâından çok hicab ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkar etmek arzu ediyor.
Hem meselâ, Cehennem azâbını intâc eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden küçük bir emare ve bir şüphe Cehennemin inkârına cesaret veriyor.
Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubûdiyeti yerine getirmeyen bir adamın; küçük bir amirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultân-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki:
"Keşki o vazife-i ubûdiyeti bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkar arzusu uyanır. Bir şüphe –vücûd-u İlâhiyeye dâir– kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helaket kapısı ona açılır.
O bedbaht bilmiyor ki, inkar vasıtasıyla gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubûdiyetten gelmeye mukabil, inkarda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.