O işte, -diye yanıtladı fısıldayarak, bana daha da so- kuldu ve daha sıkı sarıldı... Ayakta zor duruyordum.
Nastyenka! Nastyenka! Sensin gerçekten! -diye ses- lendi biri arkamızdan ve aynı anda genç adam bize doğru birkaç adım attı.
Tanrım, o ne çığlıktı! Nastyenka nasıl da titredi! Ellerimden nasıl da kurtulup ona koştu!.. Orada ölü gibi kalakalmış, ikisini izliyordum. Ama Nastyenka, adama elini pek gönülsüzce uzattı, sarılışına da pek tutuk karşılık verdi, sonra birden yine bana döndü, ok gibi, şimşek gibi yanımda bitiverdi ve daha ben ne olduğunu anlayamadan boynuma sarılıp içten, coşkulu bir şekilde beni öptü. Sonra tek söz- cük etmeden yine ona döndü, adamı elinden tuttu ve çekip götürdü
Uzun süre orada arkalarından bakakaldım... Çok geç- meden gözlerimin önünde yitip gittiler.
Yazmayı, evet kadınsı performanslara ("tümce örme", "motif işleme", "ağ örme", "teyelleme", "ağır ağır pişirme"), hatta "uzun süren bir ço-
cuk doğurma sürecine benzetir Woolf. Ama performansları çoğaltan, yazı metaforlarını zenginleştiren de odur. Günlüğüne bakıyorum: Yazıyı tarla sürmeye, tünel kazmaya, buz kırmaya, petrol kuyusuna inmeye, gergin bir ipin üzerinde her an aşağıya yuvarlama endişesiyle ip cambazlığına da benzetiyor. Akıntıya karşı kürek çekmeye, yokuş tırmanmaya, yokuş aşağı koşmaya, bir meyvenin olgunlaşmasana, yelkenlerin şişmesine benzetiyor. Kanatlanmaya, dans etmeye, demirci ustasının ekici örse vurmasana benzetiyor.
Ama insan üzülüyordu işte. Her şeyin kendini durmadan tekrar etmesine,. Birinin yerine geçmesine bir başkasının, birinin cuk diye oturmasına bir başkasının açtığı boşluğa.
- Ey, kancık köpek! Ey, rüzgarların şamanı denen kaypak herif! Eğer rüzgarların efendisi gerçekten sensen hani nerde rüz garın? Yoksa ininde geberdin mi? Yahut dünyanın bütün erkek köpekleriyle teker teker çiftleşiyor da bizim şu pis sisin içinde kalakaldığımızı, bize rüzgar göndermen gerektiğini unuttun mu?
Yanımızda bir de çocuk bulunduğunu görmüyor musun? Bu ço cuk yemek ister, içmek ister, her şey ister! Ömründe ilk kez ava çıktığını söylüyorum sana! Bize bunları yapman, böyle davranman mertliğe sığar mı? Kokuşmuş ayıbalığı boku değil de rüzgarların efendisiysen yanıt ver bana! Gönder rüzgarını! İşitiyor musun?
Topla sisini kuyruğunun altına! Anlıyorsun beni, değil mi? Hadi, köpek, gönder rüzgarım, en korkunç fırtınanı, Tlangila'na gönder! Gönder ki bizi denize yuvarlasın, dalgalar yutsun bizi, uyuz köpek! İşitiyor musun? İşitiyor musun beni? Senin kuratına, kıllı suratına işeyeyim! Gerçekten rüzgarların efendisiysen gönder rüzgarlarını, gönder de batır sandalımızı! Eğer batırmazsan, sen köpeklerin en kancığı, ben de en uyuz erkek köpek olarak yanaşa cağım sana! Ama yağma yok, yapmam seni! İşte al, al al, al!.. Isır, ısır! ..
Tam demokratik bir toplum insanların
birbirlerine karşılıklı olarak saygı gösterecekleri ve bağlam ne kadar kü
çük ya da ne kadar mahrem olursa ol
sun,her kişinin eşit ağırlığa sahip olduğu ilkesinin tüm ilişkilere nüfuz ettiği bir toplum olacaktır.