Kitabı en ilginç kılan yazarının bir Ermeni vatandaşımız olması. İlk bölümde Atatürk'ün ölümü ve sonrasında yaşanan büyük üzüntüler inanılmaz güzel anlatılmış. Kesinlikle tavsiye ederim..
Akademik yönü zayıf bir kitap olması sebebiyle sosyal bilimlere katkısı olmayan bir kitap. Kitabın ilgi çeken yönü ise kendisini Türk Milleyetçisi olarak addeden Ermeni bir yazarın gözünden Fatih Sultan Mehmed'i okumaktır.
Türkler, Bizansı kentin içinde bulunan "üç buçuk" entrikacı hainin yardımı ile değil, kılıçlarının kudreti ve şehidlerinin şerefli kanları ile fethetmişlerdir ki, bu bütün cihanca malumdur.
Ermenilerin "Urartular, Sümerler ve Subarlar"la birlikte "Gurlar" yurdundan ilk gelen Türkler olduğunu açıklayan kaynaklar vardır. Ermeniler asırlarca Türklere her dalda şerefli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ne var ki Türkiye üzerinde gizli emeller peşinde olan: "İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri" gibi bir takım batılı başlıca devletler, kendi menhus gayelerine erişebilmek maksadı ile, din kardeşliği (!) efsunu ile Ermenilerin fikrini çelip, mezheplere bölmüşler ve zamanla kendi hakimiyetleri altına alarak Türkiyeye karşı ayaklandırmışlardır. Ermenilerin bu hataları çok pahalıya mal olmuş ve perişan olan Ermeniler, göçebe gibi dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır...
... Bu esnada Büyük ve eşsiz Fatih, muhteşem alayı ile ihtişamla yoluna devam ederek Aya-Sofya'ya yaklaşıyordu ki, yolu üzerine bir derviş çıkarak:
-"Bizi çiğneyip geçme ulu hünkar, bu büyük zaferi sana bizim dualarımız kazandırdı. Hakkımızı unutma!.." dedi
Genç Türk Hakanı galiplerin ve mağlupların gözü önünde, elini kılıcına götürerek:
-"Siz de bunun hakkını unutmayın. Kılıç olmasa, tespihin sesini ancak çekenler duyar derviş!"
O gün her zamankinden parlak doğan güneş, göz kamaştırıcı altun sarısı ışıklarıyla adeta İslamın zaferini kutluyor, Cihanın incisi Konstantiniyye'ye sel gibi akan şanlı Türk ordusunu sıcak bir içtenlikle kucaklayıp, üzerine mukaddes nurlar saçıyordu. 29 Mayıs 1453 salı sabahı muhakkak ki bir başka sabahtı! Bu parlak ve eşsiz ilkbahar sabahının cihan tarihindeki yeri ise, apayrı bir özellik taşıyacaktı. Zira o mukaddes salı sabahı bir Çağ kapanıyor, yeni bir Çağ açılıyordu. Ve bu yeni Çağa; eşsiz dehası, rakipsiz kuvvetiyle, Avrupa barbarları dahil, tüm cihana şaşkınlıktan küçük dilini yutturup, henüz 21 yaşlarında çok genç bir padişah olarak Fatih ünvanına hak kazanan, büyük Türk, Fatih Sultan Mehmed Han damgasını basmıştı. İşte o mukaddes salı sabahı böyle eşsiz bir sabahtı...