-Ah ben sana ne desem, ne desem,
çığlığına nasıl ses versem...!
Dilimin ucunda güneş gibi parlıyorsun,
Umut ekilip yoksulluk biçilen güzel ülkem...!-
.
-Yansın karanlıklar dedim,
başını maviye yaslayınca gece
aydınlığa yasak koydular.
Saçları bukleli, gözleri kavuniçi
bir güneş çizdim dağın doruğuna,
daha doğmadan vurdular.
.
Aydınlık yanından hayatın,
her sözü karanlığa sıkılmış kurşun olan yeni bir yüz çizdim,
Yakama sarılıp, kim bu diye sordular.
Kanayan yaralarımıza parmak basan, kaleminin minneti olmayan bir dost dedim.
Bu kez de elimden, kalemi alıp kırdılar.
.
.
Babamı keşke daha önce dinleseydim. Her zaman, "kötü deneyimlere rağmen hâlâ bir umut olduğunu görmek istiyorsan dışarıda ailecek geçirilecek eğlenceli bir gün ayarla", derdi.
.
Sayın bayanlar baylar... basit sözcüklerle konuşalım gelin... ne ağdalı sözler olsun, ne özenti. Vezni bozalım, unutalım kafiyeyi. Kendimize bakalım serinkanlılıkla. Kimimiz cılız, kimimiz şişman. Çoğumuz yalancı. Hırsız ayrıca yoksullarımız da zenginlerimiz kadar kötü yürekli. Belki daha beter. Öyleyse paçavralara gizlenmeyin. Ya da bırakın, şatafatlı paçavralarımız korusun bizi... Kitaplardan edinilme bilgilere gelince ya da piyano temrinlerine ya da resim yapma tutkumuza. Ya da “çocukluk ne de saftır” görüşümüze. Koyunlara bakın bir! Bir de aşktaki vefaya. Köpeklere bakın bir! Bir de saçlarına ak düşmüşlerin erdemlerine! Kurşun saçanlara, oraya buraya bomba atanlara bakın bir. Bizim sinsice yaptıklarımızı açıkça yapıyor onlar. Unutmayın bir zorbanın yarı yarıya köle olduğunu. ... Hepimiz aynıyız aslında. Beni alalım şimdi de. Bakmayın bu karşı çıkışlara, kurban arayışlara, kafiye oturtuşumdan belli ki, ben de okumuş biriyim sizin gibi... Kendimize bakalım, bayanlar baylar!