İnsan şu klişenin, amor vincit omnia sözünde gerçek bir anlam gizli olduğunu düşünmek istiyor. Ama şu kısa ve acıklı hayatımda öğrendiğim bir şey varsa eğer, o da bu sözün yalan olduğudur. Sevgi her zorluğun üstesinden gelmez. Geleceğine inanan da tam bir ahmaktır.
Gecenin geç saatlerinde istasyonlarda pinekleyip yolculara yirmi yıl önce raydan çıkan Geceyarısı Ekspresi'nin ne zaman kalkacağını soran o hayaletlerden biri gibi, tüm kapıların kapandığı ve sıcaklığın, insanların ve kulağa çalınan sohbetlerin dünyasından çıkmak zorunda kaldığım o korkunç saate kadar bir ışıktan diğerine dolaşırken o eski, tanıdık soğuğun ta iliklerime kadar işlediğini hissediyordum; sonra hepsi unutuluyordu, o sıcaklık, ışıklar, hepsi; hayatımda hiç ısınmamıştım ki ben, hem de hiç.
"Kafalarımızın içindeki o inatçı küçük ses bize neden bu kadar eziyet ediyor? Bize hayatta olduğumuzu, ölümlülüğümüzü, ruhlarımızı hatırlattığı için olabilir mi acaba çünkü bunlara teslim olmaktan ölesiye korkarız ama yine de kendimizi hiç olmadık ölçüde sefil hissetmekten kurtulamayız. Fakat çoğu zaman bizi benliğimizin farkına en çok vardıran da yine acı değil midir? Çocukken tüm dünyadan ayrı bir birey olduğunu anlamak, dilini yaktığında, dizini yardığında senden başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin canının yanmayacağını, her bireyin sızısının ve acısının tamamen kendisine ait olduğunu öğrenmek korkunç bir şeydir. Büyüdükçe ne kadar yakınımız olursa olsun hiç kimsenin bizi gerçek anlamda anlayamayacağını öğrenmekse daha da korkunçtur. Bizi en mutsuz eden bizzat kendi benliklerimizdir ve işte tam da bu yüzden benliklerimizi yitirmek için yanıp tutuşuruz."
Portakal bahçelerini, başarısız film yıldızlarını, lambalarla aydınlatılmış havuz başlarında kokteyl içilen keyifli zamanları, sigaraları, can sıkıntısını anlattım.
Aniden üstüme çevrilen bu ilgi dolu gözler yüzünden şaşkına dönmüştüm; en sevdiğim tablodaki kendi dertlerine gömülmüş olan karakterler, tuvalden başlarını çevirip bana bakmaya ve benimle konuşmaya başlamışlardı sanki.
İnsanın içini ürpertecek kadar uzaklardaki başı dumanlı dağlarla göz alıcı çayırlar, rüzgarlı bir yolu doldurmuş, ayak bileklerine varan sonbahar yaprakları, geniş vadilerde yakılmış dumanlı kamp ateşleri, çellolar, karanlık pencereler ve kar.
"Buradaki her şey çürük kokuyormuş gibi geliyor bana, fazla olgunlaşmış meyvelerdeki gibi bir çürümüşlük kokusu bu. Bu korkunç doğum, çiftleşme ve ölüm düzeneği, Yunanların miasma, yani kirlilik dedikleri hayatın bu ürkütücü kargaşası başka hiçbir yerde aslında bu denli vahşi olmasına karşın güzel görünsün diye bu kadar allanıp pullanmamıştır herhalde. Ve insanlar başka hiçbir yerde her şeyin değişebileceği yalanına ve ölüme, en çok da ölüme, ne olursa olsun ölüme böylesine inanmamıştır."
Karanlık bir çatlak gibi hayatı tam ortasından yarıp geçen, "ölümcül hata" olarak adlandırılan o şey kitaplar dışında, gerçek hayatta da var mıdır? Eskiden olsa yoktur diye düşünürdüm. Şimdiyse var olduğunu biliyorum. Bence benim ölümcül hatam ne pahasına olursa olsun göze güzel görünen şeylere duyduğum hastalıklı özlem.