Banyoda tıraş bıçakları var. İçebileceğim iyot var. Yutabileceğim uyku hapları var. Seçim meselesi. Yaşa ya da öl.
Aldığımız her nefes bir seçim.
Geçen her dakika bir seçim.
Olmak ya da olmamak.
Kendinizi merdivenden atmadığınız her an bir seçimdir. Arabanızı duvara çarpmadığınız her an hayata yeniden başlıyorsunuz.
İnsanların neden uyuşturucu kullandıklarını anlamaya başlıyorum. Çünkü zamanın sınırlı olduğu, kanunlar ve emirlerle dolu ve mülkiyete dayalı bu dünyada insanların yaşayabilecekleri tek gerçek kişisel macera bu.
İnsanlar hayatlarının kurtulmasını istemiyorlar. Hiç kimse sorunlarının çözülmesini istemiyor. Dramlarının. Önemsiz meselelerinin. Hikâyelerinin çözümlenmesini, pisliklerinin temizlenmesini istemiyorlar. Çünkü geriye ne kalacağını biliyorlar. Büyük ve korkunç bir bilinmeyen.
5000 yılında başını topraktan dışarı çıkaran bir köstebeğin gönül rahatlığıyla saptadığına göre:
Ağaçlar yine ağaçtılar.
Kargalar yine gak gak edip duruyordu.
Ve köpekler işerken yine bir bacaklarını kaldırıyordu.
Balıklar ve yıldızlar,
yosun ve deniz
ve sinekler:
hepsi eskisi gibiydi.
Ve bazen...
Bazen bir insana da rastlandığı oluyordu.
Ve düşündüm ki, bize yabancı şeylerin büyüsüne kendimizi kaptırıyorsak, sanırım bunun tek nedeni, önceden aşina olduğumuz nesneleri bu kez daha değerli nesneler olarak yeniden keşfetmemizdir.
Bütün bu dünya çığlıkları, bu karanlık gecemsi, gece sisiyle ıslak, morarmaya başlamış, mürekkep renkli, yıldızçiçekli kanlı çığlıklar duyulur hep, anımsanır ve katlanılır boyuna yeniden yıl yıl, gün gün, gece gece.
Gecenin pusu yüzüyordu istasyonda. Gecenin pusu sisten, yoksulluktan ve nefeslerden. Ve pus ne idüğü belirsiz kahve gibi koyuydu. Ve soğuk ve ıslak. Ecel terleri gibi.