Kalp, kırılıp yapışa yapışa Frankenstein gibi bir şey oluyor. İnsan desen değil canavar desen değil. Ama evlat gibi bir şey yine de ne yapabilirsin ki?
Avuç büyüklüğünde bir taş ve onu oyarak bir gitara dönüştürmeye çalışan Deniz, kendisini seyreden çocukların ilgisinden aldığı motivasyonla gitarın sapında olması gereken oyuntuyu vermek için küçük küçük vurdu darbeleri taşa sakince konuşurken: “İşte bizi de böyle şekillendirir hayat... Olmamız gereken şeye dönüşenilmek için küçük küçük darbelere ihtiyacımız vardır. Maalesef darbeler acıtır, büyürken acırsınız. Ama ancak acıyarak kendimizi bulduğumuzu kimse söylemez bize, belki de korkacağımızı sanırlar. Halbuki ruhumuz acıdıkça kabuğumuz soyulur... içimizdeki güzellik dışımıza çıkana kadar. Aynı taşın içindeki heykel gibi. “
İyilik,ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi. Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik de bilinen boyutlar dahilinde var olamayacak kadar hayaliydi. Ancak bir yerlerde iyiliğin olduğuna inanan ve defalarca hayal kırıklığına uğramaktan mahvolmuş olan insanların yersiz çabaları, kendilerini tanımalarını engelliyordu. Savaşlar,ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey, iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu. İnsanlık çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyilik ve kötülüğü ayıran sınıra o kadar yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor ancak hayata geçiremiyordu. Vicdan kelimesi ve duygusu, sınırı yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir kötüydü.
Biz kendimizden korkalım. Önyargılar, işte hırsızlar; günahlar, işte katiller. En büyük tehlikeler içimizde. Bedenimizi ya da kesemizi tehdit edenin ne önemi var? Sadece ruhumuzu tehdit edenden korkalım.