Maalesef Hristiyan misyonerlerin cirit attığı Müslüman ülkemizde, dindar ile dinciyi, din ticareti yapan ile dine hizmet etmek isteyeni aynı kefeye koyan bir yobaz/laikçi anlayış vardı.
Hani eşya haddi aşınca tersine inkılap edermiş ya; hani araba tekerleği hız limitini aşınca tersine dönüyormuş gibi görünür ya, hani çok gülen insanın gözünden ağlamanın işareti olan yaş gelir ya, benim de kederlerim haddi aşmış, tersine dönmüş gibiydi.
Âdeta naz ehli olmuştum. Dua ettiğimde kabul ediliyordu, bunu hissediyor, görebiliyordum. Ruhen büyük bir arınma içindeydim. Yunus’un diliyle hamdım, pişmek için yanıyordum. Sıkıntı içinde mutlu, şiddet içinde ferah yaşıyordum.
Kısa sürede tanıdığınız iki kişiden birinin içini dışına çevirdiğinizde diğeri karşınıza çıkabiliyordu. Hayat da bu insanlar arasında kendi kişiliğinizle var olmaktan ibaret değil miydi zaten?!..
Bizim coğrafyamızın çiçeği olmamasına rağmen kamelyayı bilen bu toplum, yazık ki 50 yıl önce ninelerinin, dedelerinin kullandığı kameriyeden uzaklaşmış, kopmuş, onunla birlikte başını kaldırıp mehtaba bakmayı da unutmuştu
Atatürkçülük adına kitabı yakan makam, Atatürk’ün kurduğu bir kurumun Türk Dil Kurumu’nun ve yine onun kurduğu Cumhuriyet’in Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitaplarını da yakıyordu.