Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dilara

Dilara
@ddilaraeserr
Öğrenci
Sakarya Üni Psikolojik Danışmanlık + Özel Eğitim Öğrt.
İzmit
İzmit, 18 Şubat 2002
449 okur puanı
Şubat 2021 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
bir tek hakiki olan sevilmeye değerdir
Reklam
Varoluşumuzu izleyen bir başkası olmadığı sürece ger­çekte varolmadığımız doğrudur belki de, söylediklerimizi­ anlayacak biri olmadan doğru dürüst konuşamayız, yani meselenin özüne inecek olursak, sevilmiyorsak, tam anlamıyla yaşıyor olamayız.
İki insan birbirlerini tanıdıkça, aralarında konuştukları dil sözlüklerde karşılığı bulunan sözcükleri aşar. Samimiyetle yeni bir dil doğar, iki aşığın birlikte işlediklerı ve başkalarınca hemen anlaşılamayacak öyküye göndermelerde bulunan bir "özel" dildir bu. Onların paylaşılmış deneyimlerini ima eden bu dil, ilişkinin tarihini barındırır içinde, sevgiliyle konuşmayı başkalarıyla konuşmaktan ayıran da budur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ötekinin özelliklerini iyice benimseyince, birbirimizi ye­niden adlandırmak gereğini hissettik. Aşk kapıyı çaldığında, doğar doğmaz anne babalarımızın bize verdiği, pasaportlar ve kimliklerle resmileşen isimlerimizle bulur bizi. Aşığın öteki ki­şide bulduğu tekilliği göz önünde bulundurursak, başkalarının kullanmadığı bir isimle (ne kadar anlamsız olursa olsun) kendi­ni ifade etmek istemesi doğal değil midir?
Olmadık yerlerde güzellikler bulmak, sıradan olanın bü­yüsüne kapılmayı reddetmektir
Reklam
Aşırı duygusallığa genelde gösterdiği dirençle, Chloe aşk sözcüklerini duymak istemediği için değil de vereceği karşılı­ğın klişe ile duygusal çıplaklık arasında gidip gelmesi tehlike­ çsinden korktuğu için şakayla geçiştirirdi olsa olsa. Duygusuz olmasından kaynaklanmıyordu bu, ama (aşkın belirlediği) ro­mantiğin o çok kullanılmış sosyal dilini konuşamayacak kadar gizliyordu duygularını.
Birbirimiz hakkında bildiklerimizden dolayı birbi­rimize artık sahip olduğumuzu, neredeyse lisanslı olduğumu­zu sanıyorduk: Seni tanıyorum, dolayısıyla bana aitsin.
Romantik aşk belli bir gövde üzerinden konuşur, genel­lenemez, tekillikle ilgilidir. Gülüşü, çilleri, kahkahası, düşünce­leri, bilekleri Komşu B'ninkinden farklı olduğu için Komşu A’ya aşık olunur, olay budur. Sevgiyi kriterlere ayırarak bu zor konuyu görmezlikten gelen İsa, böylece aşkın doğasında varo­lan kötülüğü de göz ardı etmiş oldu. Zaten aşka acıyı katan o kriterlerdir, Komşu A’yı Komşu B'ye dönüştürmeye ya da Komşu B'yi evlenmeden önceki idealize ettiğimiz B haline ge­tirmeye çalıştığımızda ayakkabılar uçuşmaya, boşanma davala­rı açılmaya başlar. İşte O sabırsızlığımız, mükemmelliyetçiliği­miz ve sonunda da hoşgörüsüzlüğümüz, düşlediklerimiz ile zamanın bize gösterdiği arasındaki o gri alanda filizleniyor.
Dilara tekrar paylaştı.
durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...
Sevgiliyi daha yakından tanımanın yol açabileceği hayal kırıklıkları, insanın zihninde muhteşem bir senfoni besteleyip, sonra onu bir orkestranın seslendirmesine benzer. Düşündüğü­müz şeylerin hayata geçirilmesi hoşumuza gider ama kimi kü­çük ayrıntıların yerinde olmadığına yine de hayıflanırız.
Reklam
Aşka şüpheyle bakanlar, bu duygunun insanlar arasın­daki farklılıkları yok edip, tarafların birbiri içinde eriyerek ne­redeyse tek kişiye dönüşebilmesini eleştirirler haklı olarak. Bu şüphe, benzeriikierin farklılıklardan daha kolay kabullenilir ol­masından kaynaklanır (tanıdık olanı yeniden keşfetmemiz gerek­mez), çünkü tanıdık olanı keşfetmeye yelteniriz, bizi tedirgin edene yüzümüzü döneriz genelde. Yani aslında duyduğumuz aşkı yetersiz malzeme üzerine temellendirir, bu cehaleti de arzularla örtmeye çalışırız. Oysa aşkı eleştirenlerin de işaret ettiği gibi, zaman bize gövdelerimizi ayıran tenin yalnızca fiziksel bir sınır olmadığını, aşmaya çabalamanın gereksiz olduğu daha derin, psikolojik ayrımların taşıyıcısı olduğunu gösterir. Dolayısıyla, olgun bir insan ilk görüşte aşık olmaz. Aşık olmak, insanın atlayacağı suyun ne kadar derin olduğunun bi­lincinde olmasıyla başlar. İki insan, kendi geçmişleri ve siyaset, sanat, bilim ve yemek üzerine düşüncelerini paylaştıktan sonra ancak birbirlerini sevmeye hazır hale gelirler; bu yakınlık, kar­şılıklı anlayış temeline oturur. Böylesi olgun ilişkilerde, kişi eşi­ni gerçekten tanıdığı zaman serpilip büyümeye başlar aşk.
Aşık olunan kişiyle henüz bir samimiyet kurmadan önce bile onu zaten tanıyormuşuz gibi tuhaf bir duyguya kapılabili­riz. Onunla daha önce bir yerde, bir önceki yaşamımızda ya da belki rüyalarımızda tanışmışızdır sanki.
Sonradan yitirilecek bir aşk armağanını kabul etmenin ne anlamı var?
Albert Camus, kendimizi dağınık hissetmemize karşı­lık, başkalarının dışardan bakınca hem fiziksel, hem de duygu­sal olarak son derece derli toplu göründüğü gerekçesiyle aşık ol­duğumuzu öne sürmüştü. Tutarlı bir öykü, sabit bir kişilik, bel­li bir yön duygusu hissetmeyince, öteki insanlarda bunları gör­düğümüzü sanırız.
Karşılıksız aşk ızdıraplıdır ama en azından emin bir şeydir, çünkü insan kendisinden başka birini incitme tehlikesi­ne düşmez, tek taraflı ızdırabın acı-tatlı bir tarafı da vardır as­lında. Ama aşk karşılığını bulduğunda, insan tek başına acı çekmenin edilgenliğini terk ederek bir başkasını da üzebilme­nin sorumluluğunu üstüne almak zorunda kalır.
İnsanın, bir başkası tarafından sevildiğinin farkına var­ması sevindirici olabileceği gibi birden korkutabilir de. Neden sevildiğinden emin olamayınca, ne yapıp da sevgiyi hak ettiğini anlayamayınca, hak etmediği bir şeye sahip olmuş gibi hissedi­yor insan kendini.
2.786 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.