Dede Korkutun Darwinci Torunu

Filozofların tabii ilim diye adlandırılan cisimsel var- lıklarla ilgili burhanlarını içeren ilme gelince, bu ilmin yetersizliği şurasındadır: Burada tanımlar ve kıyasla- rın, onların iddialarına göre verdiği zihnî sonuçlarla dış dünyadaki varlıklar arasındaki uygunluk yakınî değildir. Çünkü bütün bu yargılar zihnî, küllî, umumidirler. Oysa dış
Sayfa 186 - 187Kitabı okuyor
Reklam
İbni Haldun, varlık anlayışı bakımından Aristoteles gibi realisttir. Nasıl ki Aristoteles bilgi ile bilginin konusu olan varlık, duyum ile duyumun konusu olan duyusal şey arasın da bir ayrım yapar ve birincilerin varlığının ikincilere bağlı olduğunu, çünkü ikincilerin her bakımdan birincilerden önce geldiğini söylerse, İbni Haldun da Mukaddime'de tasavvuf ilmine ayırdığı bölümde, duyularla idrâk olunan tüm varlıkların (mahsüūsāt) mevcudiyetinin duyusal algıya bağlı olduğunu, insani algının ortadan kalktığını farzetmemiz durumunda bu algının konusu olan çokluk halindeki varlığın da ortadan kalkacağını, dış âlemin yokluktan başka bir şey olmayıp sadece insanın idrākinde var olduğunu, ileri süren vahdet-i vücut görüşünü eleştirerek, bu görüşün sakat bir görüş olduğunu, çünkü bizim algılamadığımız bir şeyin, örneğin kendisinden ayrıldığımız bir memleketle var mak istediğimiz, ancak henüz gözlerimiz önünde bulunma yan memleketin varlığının yakini ve kesin olduğunu söyler.³¹
Sayfa 180 - ³¹İbni Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul, 1983, s. 1123-24.Kitabı okuyor
Peki Aristoteles ispata neden bu kadar büyük bir önem vermekteydi? Bu konuda da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre bunun nedeni, Sofistlerin şüpheciliğine karşı bilimin imkânını ve geçerliliğini savunma ihtiyacıdır. Bunun için her şeyden önce bilimdeki kesinlik unsurunu vurgulamak gerekmekteydi. Kesinlik ise ancak dedüktiftir. Dolayısıyla Aristoteles temelde dedüksiyona dayanan bir bilim teorisi geliştirme ihtiyacını duymuştur.

Reader Follow Recommendations

See All
Peki bilim farklı ve çeşitli duyumların alınması, karşılaştırılması, onlarda tekrarlandığı görülen değişmezliklerin algılanması, kısaca tekrarlanan deney veya tümevarım mıdır? Aristoteles tümevarımın da bilim için anlamını ve değerini kabul etmekle birlikte bilimi ona da özdeş kılmaz. Burada Aristoteles'in eksik tümevarım ile tam tümevarım arasındaki ilişkiler üzerine görüşleri, tümevarımı tamsayıma indirgeme ve eksik bir kıyas olarak kabul etme yönündeki düşüncelerini tartışmayacağız.¹⁶ Aristoteles'in, özleri kavramada tekrarlanan deney anlamında tümevarıma büyük önem vermekle birlikte tümevarımı bilime özdeş kılmadığını söylemekle yetineceğiz.
Aristoteles için esas ve birincil olan, düşüncenin şeylerle uyuşmasından meydana gelen maddi, yani içeriksel ölçüttür ve bu ölçüt, doğrunun veya hakikatin ana ölçütüdür.⁶ Başka deyişle mantığın yasaları, ilkeleri, Aristoteles'e göre aslında varlığın yasaları, varlığın ilkeleridir. Mantığın formları da nesnelerin kendilerinin formlarıyla bir düşer.⁷ Aristoteles, Berkeley idealizminin tam karşısında olan bir adamdır. Onun en kararlı fikirlerinden biri, derin ontolojik realizmidir: Buna göre varlık, algıdan öncedir ve algılayandan, bilenden bağımsız olarak vardır. Varlık düşünceye değil, düşünce varlığa tâbidir.⁸ Doğrunun mantıksal yasaları, aslında gerçeğin ontolojik yasalarının izdüşümüdür. Bundan dolayı da onların, hatta düşüncenin psikolojik yasaları oldukları söylenebilir.⁹
Reklam
Onun gözünde İbn Sînâ tarafından o kadar iyi bir biçimde geliştirilmiş olan Aristoteles'in felsefesi Yahudi dini ile aynı derecede bir hakikatti. Çünkü her ikisi de evrenin efendisi olan bir Tanrı'yı öğretiyorlar ve insani mükemmelliği son çözümde en yüce varlığın bilgisine özdeş kılıyorlardı. Öte yandan felsefe ile dinin konusu aynı olduğuna göre, aynı sonuca erişmek üzere farklı bir yol izlemelerine rağmen, onlar arasında sayısız benzerlik olmak zorundaydı. Her halükârda tanrısal zihinden çıkan din ve felsefe birbirine aykırı olamazdı. Çünkü Maimonides, haklı olarak, doğrudan bir biçimde vahyedilmiş olan gerçekliğin, Tanrı'nın bir yansıması olan insan zihninden çıkmış olan şeyle uyum halinde olması gerektiğini savunmaktaydı. Buna mukabil, ona göre vahiyde de [insanil düşüncenin tezahürleri mevcuttu.¹⁰⁵ Kısacası, Maimonides'e göre Yahudi dini felsefe ile tam bir uyum içindeydi. Hatta Tanrı'yla ilgili konularda İbn Rüşd'ün de savunduğu gibi, felsefe bir hakem ödevi görebilirdi.¹⁰⁶
Sayfa 165 - ¹⁰⁵H. Sérouya, s. 52. ¹⁰⁶A.g.e., s. 53.Kitabı okuyor
İnsanlığın huzuru ve emniyeti için uyuyan anormallikler uyanmasın, hayatta kalmayı başarmış iğrenç karabasanlar sürünerek inlerinden çıkıp daha geniş alanlarda yeni yeni fetihler yapmasın diye dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin, dipsiz derinliklerinin rahat bırakılması kesin bir zorunluluktu.
Sayfa 188 - Alfa, 2. Basım, Ağustos 2022Kitabı okuyor
Bizde akıl diye bir şey kalmamıştı.
Sayfa 180 - Alfa, 2. Basım, Ağustos 2022Kitabı okuyor
Zavallı şeytanlar! Aslında hiç de kötü şeyler değillerdi. Onlar, bir başka çağın insanları ve varoluşun bir başka basamağı idiler. Doğa onlara -insan çılgınlığının, duygusuzluğunun ya da acımasızlığının ölü ya da uyumakta olan kutuplardan bundan sonra kazıp çıkaracağı diğer varlıklara da yapacağı gibi- kötü bir şaka yapmıştı. Onlar vahşi bile değillerdi; ne yapmışlardı ki, aslında? Bilinmeyen bir çağda, müthiş bir soğukta uyanmışlardı; belki, çılgınca havlayan dört ayaklı tüylü hayvanların saldırısıyla karşılaşmışlar ve hem onlara karşı hem de tuhaf şeylere sarınmış, tuhaf alet ve edevatları olan ve onlar kadar çılgın, maymuna benzer beyaz canlılara karşı umutsuzca kendilerini savunmuşlardı... zavallı Lake, zavallı Gedney... ve zavallı Eskiler!
Sayfa 172 - Alfa, 2. Basım, Ağustos 2022Kitabı okuyor
ama bazı deneyler insanı iyileşmeyecek şekilde yaralar ve belleğinin bütün dehşeti yeniden yaşamasına yol açacak tarzda duyarlılığını artırır.
Sayfa 168 - Alfa, 2. Basım, Ağustos 2022Kitabı okuyor
Reklam
Onlar, dünyanın henüz genç bir gezegen olduğu dönemde yıldızlardan süzülerek gelen -tözlerini yabancı bir evrimin biçimlendirdiği ve güçleri bu gezegenin yetiştirdiği her şeyden üstün varlıklar olan- "Yüce Eskiler"di.
Sayfa 111 - Alfa, 2. Basım, Ağustos 2022Kitabı okuyor
Günün anlam ve önemi üzerine:
Irkınızı hiçe saydı Hazreti Fatih. Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa... Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Sayfa 66 - Davetiye, 1940Kitabı okudu
Dinin varlık nedenini açıklama konusunda da Spinoza felâsifeyle tamamen aynı görüştedir: Dinin ortaya çıkış nedeni insanların çoğunun hakiki bilgiye erişme konusundaki güçsüzlükleri, zihinlerinin felsefi ve tinsel hakikatleri kavrama konusundaki yetersizlikleridir. O halde Spinoza'ya göre de insanlar başlıca iki gruba ayrılmaktadırlar: Akıl, entelekt ehli filozoflar, bilginler, seçkinler ile hayal gücü, duyu ehli sıradan insanlar, halk, avam. Eğer birinci grup insanlar olmasa felsefe, bilim; ikinci grup insanlar olmasa din, dinsel kanun var olmayacaktır.
Feläsife dinde, vahiyde entelektüel ve spekülatif unsurların varlığını kabul etmekle birlikte, onun asıl varlık nedenini, bu dünyada erdemli toplumun gerçekleştirilmesi ve böylece insanın bu ve gelecek dünyadaki mutluluğunun ve kurtuluşunun sağlanması için halka gerekli kuralları vazeden bir kanun olmasında bulmaktaydı ki, bu görüş de daha da vurgulanarak Spinoza tarafından paylaşılmaktadır. Hatta Spinoza'nın bu noktada daha ileri gidip dinden her türlü entelektüel ve spekülatif unsurları ayıklamak yönünde ısrarlı bir çaba içinde olduğunu görüyoruz: Kutsal Kitap'ın amacı bilimleri öğretmek değildir. Bundan onun insanlardan sadece itaati istediği ve bilgisizliği değil, itaatsizliği mahkûm ettiği kolayca çıkarılabilir. Ayrıca Tanrı'ya itaat, sadece başkalarını sevmekten ibaret olduğuna göre, (...) Kutsal Kitap'ta bu emre uygun olarak Tanrı'ya itaat edebilmeleri için bütün insanların muhtaç oldukları ve o olmaksızın zorunlu olarak itaatsiz olacakları bilgiden başka bir bilgi tavsiye edilmez. (...) Bu amaç la doğrudan ilgisi olmayan geri kalan her türlü düşünce -ister Tanrı'nın isterse doğal şeylerin bilgisiyle ilgili olsunlar- Kutsal Kitap'ı ilgilendirmez ve bundan dolayı onların vahyedilen dinden ayırt edilmeleri gerekir.
Bunun yanında din ile felsefe arasında amaçları bakımından da büyük bir benzerlik olduğunu kabul etmek gerekir. Evet, felsefenin amacı hakikatin bilgisidir. Bununla birlikte yine Spinoza'nın kendi ifadelerine göre bu bilgi, aynı zamanda, insanın mutluluğunu sağlayan bilgidir. Daha doğrusu Spinoza'ya göre gerçek mutluluk hakikatin, yani Tanrı'nın bilgisinden ibarettir (Tanrı'nın bilgisinden ibarettir, çünkü Tanrı Spinoza'ya göre her türlü hakikatin kaynağıdır, en yüksek hakikattir). Spinoza bu görüşü Tractatus'ta gayet açık bir biçimde dile getirmektedir: Bizim için en yüksek iyi ve bizim mükemmelliğimiz, yal- nızca Tanrı'nın bilgisine bağlıdır. (...) Tanrı'yı sevmek, insan için en büyük mutluluk, bütün insani eylemlerin en son amacı, en son ereğidir. (...) Bizim için en yüksek iyi ve en yüksek mutluluğumuz, o halde, Tanrı'yı bilmekle ve Tanrı'yı sevmekle aynı şeydir.
229 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.