Yine adına kanarak okumaya başladığım ve çok ayrı yere giden bir kitap… Kitabın adından dolayı varoluşsal bir şeyler olacağını düşünmüştüm fakat karşılaştığım şey çok farklıydı. Kitabın içinde iki farklı ama birbiriyle bağlantılı hikaye bulunuyor. İlki Kudüs’lü yahudi Rahel’in, ikincisi ise Güney Bohemya, Dobitzan’dan görünüşü yüzünden toplum dışına itilmiş bir hristiyan olan Ruzena Sedlak’ın hikayesi. Dinler, yerler ve zamanlar farklı olsa da ikisinin de ortak noktası var… Annelik! Bir annenin çevresine, devletin hükümlerine ve hatta tanrıya bile karşı gelebileceği, hesap sorabileceği kısaca her şeyi yapabileceği anlatılmış. Bence kitabın kilit cümlesi 38.sayfadaki şu cümle “Ruzena acı içindeydi; bir anne dünyanın canavarlığına karşıydı, kötü niyetli defterleri, notları ve sertifikalarıyla kasabadaki herkesi kandırabilir miydi?”. Kitabı on dakikada bitirebilirsiniz ama okuduklarınızı kafanızdakileri günlerce bitiremiyorsunuz. Saatlerce duvarları seyrediyor ve annenize sarılmak istiyorsunuz. Eğer ilk hikayeden ağlamadan kurtulsanız bile ikinci hikayeden (özellikle ikinci hikaye Ölü Kafası’ndan) sağ kurtulamayacaksınız. Zweig her zamanki mükemmel hikayeciliği sayesinde iki hikayede de sizi cümlelerin içine çekiyor. Özellikle ikincisinde Askerlerin dizine kapanıp ‘ne olur yapmayın, o Ruzena’nın tek oğlu’ diye yalvarma isteği duyuyorsunuz. Kitabın sonuna Zweig’in el yazısının burada bittiği not düşülmüş ve muhtemelen sonunu kendiniz tamamlamanız istenmiş. İki hikaye de çok vurucuydu. Tavsiye eder miyim? Kesinlikle!