Türkiye'deki üçlü ideolojik bölünme, giderek netleşiyor. Bir yanda, Atatürk'e saygı ve bazen sevgi duyan, ama Kemalizme karşı olanlar var. Atatürk'ü -daha çok- bu yurdu düşmanlardan kurtarmış bir kahraman olarak benimsiyorlar. Ama Kemalizmin birçok ilkesine, kısmen ya da tamamen karşılar. Laiklik, devletçilik, devrimcilik ve halkçılık karşısındaki tutumları çok açık. Cumhuriyetçiliğe karşı değiller ama içerdiği demokrasi anlayışı, onlar için fazla geniş. Ulusçuluğa karşı değiller ama onların ulusçuluk anlayışı -en azından son yıllara kadar- Kemalist ulusçuluktan çok farklı: "Irk"ın ve "din"in öne çıktığı, bir ulusçuluk. Çok zaman "yayılmacılık" eğilimleri de taşıyor.
lkinci kesimdekiler, hem Atatürk'e hem de Kemalizme karşılar. Halifeliği ve hatta padişahlığı kaldırdığı için, kimisi Atatürk'e kızgın kimisi de düşman. Laikliği içlerine sindirebilmeleri söz konusu bile değil. Onlar açısından önem taşıyan "ümmet" olduğu için Kemalist ulusçuluğu kabul etmeleri de olanaksız. Demokrasiyi içeren bir cumhuriyetçilik ile devrimcilik ve halkçılık da tümüyle ideolojilerinin dışındadır. Sadece devletçilik ilkesi, görünüşte
onlara ters düşmemektedir.
Geriye kalıyor, hem Atatürk'e hem de Kemalizme sahip çıkanlar. Atatürk ile Atatürk'ün önderliğinde gelişen Türk devrimini ve ideolojisini bir bütün sayanlar. Bir bütün olarak benimseyenler. Yirmi birinci yüzyılın gerektirdiği yenilenmeyi, Kemalizmin ışığında gerçekleştirmek isteyenler.
Bugün İslâm ümmetinin oluk oluk kanı akmakta ve gözyaşları dinmemektedir. İnsanlar arasında fitne ve kargaşa zuhur etmiş, etnik köken yani kavmiyetçilik inançların önüne geçmişse tüm bunlar İslâm kardeşliğinin gerektiği gibi tesis edilemediğindendir. Ümmet anlayışının yerini millet/ulus anlayışının aldığı, aklın değil duyguların harekete geçtiği
Devlet millet arasındaki uçurumun kapanması demek her toplumun geçmişten devraldığı değerleri dünyanın şimdi içinde bulunduğu şartlar karşısında yeniden yorumlaması anlamına gelir. Böyle bir yorum elde edilebildiğinde ise mücerret demokrasi, bedava hürriyet, kâbus diktatörlükler dolayısıyla sürdürülen beyin yıkama hükmünü yürütemeyecektir. Milletle devlet arasındaki uçurumun kapanması 1945'ten bu yana doğmuş bulunan icazetli yöneticiler ağının parçalanması sonucunu doğuracaktır. Yani her ülkedeki idari kadronun kendine bir başka ülkenin idari kadrosundan destek aramak yerine yönetiminde bulunduğu ülke insanından güç alarak ve o insanlara güç vererek bir savunma hattı kurmaları mümkün olacaktır.