"Gözlerimin etrafına yayılan damarlar, gecenin göğsünü örttüğü siyah kumaşı yırtan şimşek ipliklerini andırıyordu. Avuçlarımda tuttuğum ne kadar diken varsa, gül olarak göstermekten korkmadım ben hiç. Avucundaki gülleri diken sanan insanlar tanımıştım, bir farkımız olmalıydı. Tuttum, avucuma mezar taşı gibi dikilmiş dikenlerin üzerine kâğıtlardan keserek yaptığım sahte gül yapraklarını sapladım. İnsanlar avuçlarımda onlara uzananın gül olduğunu sandı. Geçmişini ne kadar süslersen o kadar çok yanarsın ama bilirsin, ne kadar yanarsan yan, süslediğin geçmişin içinde yanan ateşi kimse göremez. Geçmişimi kimsenin görmesini istemedim, insanların beni sevmesini değil, yalanlarıma inanmasını istedim. Bir yalanın kardan daha beyaz, daha soğuk ve daha öldürücü olduğunu öğrendiğimde karların altında çırılçıplak ölüm uykusuna çağrı yapmayı, ölümü beklemeyi, yalanların içine saplandığım çukurda boğulmaya tercih etmiştim. Ama mümkün değildi.
Ben artık ağır şeyler yaşamış bir kız çocuğu değil, yalancı bir kadındım."