Çocukluğumda köyden Fatsaya giden İnsanlar bir birine; "nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda verilen cevap "çarşıya" idi.
Kimse Fatsaya gidiyorum demezdi. Şimdi aynı soruyu sorduğunuzda eski insanlarlardan duyabilirsiniz bu cevabı.
Birde şöyle hoş bir durum var. Köylüler ekmeğini kendi pişirirdi ve buna Ekmek derken, Şehirliler buna köy ekmeği derdi.
Köylüler de çarşıya yani pazara indiği vakit ailesini mutlu etmek için haftada 1 kereye mahsus fırından ekmek getirirdi. Şehirliler buna Ekmek derdi, köylüler ise pazar ekmeği...
Pazar ekmeğini çaya, kolaya bandırıp yemek en büyük zevkiydi çocukların. Şehirli çocuklar için de kuzineden yeni çıkmış sıcak köy ekmeğinin arasını yarıp içine tere yağı koymak büyük bir zevkti.
Böyle bir hayatımız vardı. İnsanlar ihtiyaç dahilinde hareket ediyordu. İsrafa pek yer yoktu. Bunun sebebi fakirlik olarak algılanmasın ben çocukken hep tadelle yerdim mesela, şuan bimden gof gof alıyorum. Yani eskiden var olan şeyin bir kıymeti vardı. Eşyaya değer veriliyordu. Şimdi eşyaya değer verilmiyor, eşyamızla bize değer biçiliyor.
Eskiden insanların dünyevi dertleri çok güzeldi. Kışlık odun, turşu, konserve, badana, tarla temizliği, okul masrafları.. Şimdilerde dolar, altın, petrol, Amerika, japonya...
Hayatımız o kadar değiştiği o kadar sıradanlaştı ki haddimizi aştık ama hep ters taraftan aştık. Hep aşağı doğru, küçüldük küçüldük.. yapaylığın, medyanın, eşyanın kölesi olarak haddimizi aşmaya devam ediyoruz. Tuhaf Odacıklarda, uyandığında bir böceğe dönüşmüş kabuğunun üstünde ayakları tavana dikilmiş yere basmaya çalışan ama dönmeyen böcek gibi...