İnsan ilişkilerinin zorbaca ve birinin diğeri üzerinde despotluk kuracağı biçimde mi düzenlendiği, yoksa dayanışma ve dostluk şartlarını yerine getirmek üzere mi kurulduğu bir yandan tarafların yek diğerine ne gözle baktığına, bir yandan da bu ilişkinin hangi ürünü elde etmek üzere başladığına bağlıdır.
Ama bizi başkalarının gözünde değişik kılan yeni durumlarda takındığımız tavır oluyor. Bakıyorsun mütevazı bir çiftçi birden başkan oluveriyor, o zaman, içinde bulunan gizli despotluk eğilimi bakıyorsun ortaya çıkmış.
Yeryüzündeki hiçbir halk kölelik, despotluk, zorbalık, cahillik, karanlıkçılık için ya da kadınların köle olması için yaratılmamıştır. Bu temel gerçeklik ne zaman yadsınsa, insanlığa ihanet edilmiş olur, kendine ihanet edilmiş olur.
Avrupa için başka, Afrika, Asya ya da islam alemi için başka insan hakları yoktur. Yeryüzündeki hiçbir halk kölelik, despotluk, zorbalık, cahillik, karanlıkçılık için ya da kadınların köle olması için yaratılmamıştır..
Tüm bu sahtekarlıklar, çevrilen dolaplar, şiddet, yağma, yangınlar, katliamlar, müsadereler, zorunlu para kullanımı uygulaması ve bu Devrimi meydana getirmek ve devamlılığını sağlamak amacıyla başvurulan her tür despotluk ve gaddarlığın, bütün erdemli ve ölçülü zihinlerin ahlaki hassasiyetleri üzerinde sarsıcı bir doğal etkisi varken, bu felsefi sistemin yardakçıları, eski Fransız monarşik hükümetine yönelttikleri nutuklarla adeta gırtlak patlatmaktadırlar.
"Ayrıca sen dükkândan ve aileden uzaklaştıkça daha arkadaş canlısı, daha uyumlu, daha nazik, daha anlayışlı, daha alakalı (görünüşte olduğun kadar ruhen de öyle) birine dönüşüyordun. Tıpkı kendi topraklarını dışına çıkan ve bu sebeple artık daha fazla despotluk yapması için sebebi kalmayan ve en alt tabakadan insanlarla bile iyi ilişkiler kurabilen bir diktatör gibi."
Çocuk kendisini evlat edinen bir anne ile üvey anne arasındaki farkı bilir. Halklar da kurtarıcılar ile işgalciler arasındaki farkı bilir.
Yerleşik düşüncenin aksine, Batılı güçlerin yüzyıllık hatası dünyanın geri kalanına kendi değerlerini benimsetmeye çalışmaları değil, tam tersine, egemenlikleri altına aldıkları halklarla olan ilişkilerinde kendi değerlerine göre davranmaktan sürekli olarak kaçınmasıdır. Bu ikircillik ortadan kaldırılmadığı sürece, aynı hatalara düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalınır.
Bu değerlerin ilki evrenselliktir, insanlığın bir bütün olduğu düşüncesidir. Farklı farklı öğelerden oluşmasına karşın bir bütün olduğu düşüncesi. Dolayısıyla, ötekilerin o değerleri benimsemeye hazır olmadığı yönündeki daimi bahaneyle temel ilkelerden ödün verilmesi bağışlanamaz. Avrupa için başka, Afrika, Asya ya da İslam âlemi için başka insan hakları yoktur. Yeryüzündeki hiçbir halk kölelik, despotluk, zorbalık, cahillik, karanlıkçılık için ya da kadınların köle olması için yaratılmamıştır. Bu temel gerçeklik ne zaman yadsınsa, insanlığa ihanet edilmiş olur, kendine ihanet edilmiş olur.
Mevcut yerel, bölgesel ve ulusal şartlar, İsrail'in, her gün tanı kolduğumuz despotluk ve zorbalığına katkı sağlamıştır. Bu şartların başında Filistinlilerin 'teslimiyeti', Arapların âcizliği, Müslümanların zaafı ve güçsüzlüğü, Amerika'nın mutlak desteği ve himayesi ve dünyanın sessizliği gelmektedir.
Mevcut yerel, bölgesel ve ulusal şartlar, İsrail'in, her gün tanık olduğumuz despotluk ve zorbalığına katkı sağlamıştır.
Bu şartların başında Filistinlilerin "teslimiyeti",
Arapların acizliği,
Müslümanların zaafı ve güçsüzlüğü,
Amerika'nın mutlak desteği ve dünyanın sessizliği gelmektedir.
Acaba İsrail, kendisine hizmet eden bu şartların sonsuza dek süreceğini ve rüzgarın hep onun istediği yöne eseceğini mi zannediyor?
Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine (1748) başlıklı eserinde, despotluğu hiçbir yasa tanımayan tek bir kişinin yönetimi olarak tanımlamı§tı. Henüz 1762’de, Rousseau, Toplumsal Sözleşme adlı eserinde bir despotun otoritesiyle bir kralınki arasında hiçbir anlamlı fark olmadığını ima ediyordu. On yılın sonuna gelindiğinde despotluk artık monarşi erkinin kötüye kullanılması ve aslında her türden otorite biçiminde algılanmaktaydı. 1789’a gelindiğinde ise bu terim, her şeyden önce, insanların onayı alınmadan zorla vergi konulması, keyfi tutuklama ve hapse atma uygulamaları, ifade ve düşünce özgürlüğünün kısıtlanması, bakanlar ve devlet görevlileri gibi bu amaçlara hizmet eden tüm yetki sahiplerinin etkinlikleri anlamını taşır hale gelmişti. Yani, despotluk, zalimce yönetim ve mutlak monarşi arasında hiçbir ayrım yapılmıyordu.
bıçağı alıp babasının kalbine saplamak bir simge olarak sürekli içinde taşıdığı bir şeydi. ancak şimdi, yaşı büyüdükçe ve orada oturup iktidarsız bir öfkeyle ona bakarken, öldürmek istediği aslında babası, kitap okuyan o yaşlı adam değil, üzerine çullanan o şeydi – belki haberi bile olmadan; soğuk ve sert pençeleri ve gagasıyla tekrar tekrar