Sona Doğru 10 Aralık 1975 Çarşamba, Ankara. Sabahın sekizi. Küçük Esat'ta Refet Körüklü Bey'in evinin önünde bir araba bekliyor. Arabanın aynası arızalı. Muzaffer Eriş, vidayı sıkıştırıp aynayı onarmaya çalışıyor. Ayna birden fırlıyor, düşüyor ve paramparça oluyor. Ayna kırılmıştır. Bu bir felaket habercisidir. Aynı saatlerde İstanbul.
Stefan Zweig'ı bu yüzden seviyorum... çok derin..
Bir yüreği derinden sarsmak için, kader her zaman sıkı bir hazırlığa ve şiddetli bir darbe indirmeye gereksinim duymaz; onun dizginsiz biçim verme arzusunu asıl kışkırtan, sudan bir sebeple yıkım yaratmaktır. Biz insanlar, bu ilk hafif dokunuşa kendi kısıtlı lisanımızla sebep deriz ve önemsiz bir sebebi çoğu kez şaşkınlık içinde, yol açtığı muazzam sonuçlarla karşılaştırırız; fakat bir hastalığın teşhisin konmasından çok önce başlaması gibi, bir insanın kaderi de aynı şekilde, olaylar belirginleşip görülür hale gelmeden önce işlemeye başlar. Kader her zaman, bir insanın bedenine dıştan dokunmadan çok önce zihninde de, bedeninde de, içten içe yönetimi ele almış olur. Kendinde olup biteni fark etmek demek, artık kendini savunmaya geçmek demektir ve çoğunlukla boşa giden bir çabadır bu.
Sayfa 131Kitabı okudu
Reklam
Yüzlerce veda 31 EKİM 2016 ‘Bana bir hikâye anlat’ dedi adam. Sesi, yaşamaktan yorulmuşların bezgin tınısını taşıyordu. ‘Bana bugüne dek duymadığım bir modern zaman hikâyesi anlat’. Durmuş kalp için bir elektroşok. Ona içinde nefes alacağı bir hikâye sunabilir miydim? ‘Veda etmeyi biliyor musun?’ dedim, ‘hiç vedalaşamadan bir sevdiğini toprağa
Birçok kanser araştırmasında, en tutarlı biçimde tespit edilen risk faktörü, duyguları, özellikle de öfke ile bağlantılı hisleri ifade etme güçlüğüdür. Öfkenin bastırılması, esrarengiz bir biçimde hastalığa yol açan soyut bir duygusal özellik değil, organizma üzerindeki fizyolojik stresi artırdığından temel bir risk faktörüdür. Bu faktör tek başına değil, umutsuzluk ve sosyal destekten yoksunluk gibi buna eşlik etmesi muhtemel başka risk faktörleri ile birlikte hareket eder. "Negatif' duygular hissetmeyen veya bunu ifade etmeyen kişi, çevresinde arkadaşları olsa bile yalnızlaşacaktır, zira gerçek benliği görünmemek tedir. Umutsuzluk hissinin ardından, insanın kendisine en derin seviyede dürüst davranamaması gibi kronik bir yetersizlik, acizlik hali gelir. Ve umutsuzluk çaresizliğe yol açar; zira kişiye, ne yaparsa yapsın hiçbir fark yaratmayacakmış gibi gelme ye başlar.
Hiçbir zaman ait olmadığım o Nişantaşı'ndaki ev, yalnızca kabuslarımın, korkulu rüyalarımın, ateşli hastalığa yakalandığım kimi gecelerin vazgeçilmez dekoru olarak kaldı. Orada yalnızca renksiz, ruhsuz geçmiş bir çocukluğu değil, aynı zamanda kaçırılmış bir hayatın imkanlarını da bırakmış gibiydim. Ne yaparsam yapayım hayatımın bir daha onaramayacağım temel bir parçası, pencerelerinden, aralıksız yağan yağmurlu öğle sonralarının sokağını derin bir iç sıkıntısıyla seyrettiğim, hava tam kararmadan ışıkları asla açılmayan o kasvetli evde kaldı. Herkes ölüp gittikten sonra, o ev satılırken, içim burkuldu; eve, evi satıyor olmama değil, o evde kaybedilmiş bir hayatım olduğuna yanıyordum. Ruhumu ve dünyamı çocuk yaşta karartmış olan ailemin üyelerini bağışlayacak zamanım bile olmadı. Birdenbire ardı ardına ölmeye başladılar. Bana bu şansı bile tanımadılar. Bana hayaletleri kaldı. Yaşarken tanımadıklarınızı, öldükten sonra da tanımazsınız. Hayatınız yabancılarla geçmiştir.
Charles Bonnet Sendromu: Charles Bonnet adında bir avukat vardı. Geçinebilmek için avukatlık yapsa da derin merak dolayısıyla çok sayıda doğabilimciyle yazıştı, kitaplar yazdı. Fakat Bonnet'in yayınları arasında konu olarak diğerleriyle hiç uyuşmayan bir örnek de vardı. 1760 yılında dedesinin sıradışı tecrübeleriyle ilgili bir makale
Sayfa 67 - Metis BilimKitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.