Önyargıyı muhteşem şekilde anlatan bir yazı.
"SEKSSİZLİK"
¶¶Günaha bulaşmadan kadın ya da erkek olunmuyor bu âlemde hekimbaşı. Bulaşmaya da değmiyor. Aslında yapmamız gereken hormonlarımızı görmezden gelmekti. Yapamadık; evdeki “vitrin”de Lacan vardı da biz mi okumadık? Cennetten zaten kovulmuştuk, cehennemde yer yoktu.
Ve kitap biterdi...
Yenisini kıskandıracak kadar biterdi...
Hemen başlatmazdı seni başka bir kitaba...
Sevilmek, sayılmak ve en önemlisi sindirilmeyi isterdi sizden...
Kim olacak... Oblomov...
Yazar İvan Aleksandroviç Gonçarov deyim yerindeyse yıldırım gibi düştü içime... Kitabını okurken Oblomov' un, Oblomovluğunu(tembellik, eylemsizlik, atalet hali) bırakması için saçlarınızı yolarsınız. Sinirlenirsiniz bazen, "pes doğrusu" dersiniz, hiddetlenirsiniz belki ama yine de diğer yarınız büsbütün yok edemez Oblomov' u. Çünkü o Nietzsche' nin Üst-insan' ıdır.
Bizler şimdiki dönemin, teknolojinin, kültürlerin eserleriyiz. Yüz yıl önce kadının tek başına sokakta yürümesi ayıpken bugün kadınlar CEO olabiliyor. Koskoca bir sirketi idare ediyor, hakkıyla. Fakat "gelişmişliğin" göstergesi bu değildir. Bu olması gereken bir durumdur. Oblomov' u soracak olursanız işte o burjuvazi toplumunda, doğuştan bir burjuvazi olarak dünyaya gelen proleterya ruhuna sahip biri. Bana göre Oblomov' un tanımı budur.
~~Onu seviyorum~~
Oblomov sıradan bir karakter değil. O, benim hayatımda bulunan ve bulunacak gerçek insanların ruhî bir simgesidir...
Okuyun,okutun arkadaşlar.
Oblomovİvan Gonçarov · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202139.2k okunma
BURASI MUZ CUMHURİYETİ DEĞİL!!
Bir çoğumuzun aşina olduğu hele hele siyasetin şu hararetli günlerinde dilimize pelesenk olmuş bir deyim ''Burası muz cumhuriyeti değil!'' Peki nereden çıkmış bu deyim hiç düşündünüz mü?
11 Kasım 1928 tarihinde Kolombiya'da muz işçileri, fazla mesai saatlerinden, iş kazalarına yeterli önlem alınmamasından, asgari
Kitap incelemesine başlarken İngilizce aslından çeviren
Levent Cinemre' yi yürekten tebrik etmek isterim. Bana göre kitabın sadece çevirisini yapmakla kalmamış, okuru
Jack London' la tanıştırmak için elinden geleni yapmış. Ayrıca her zaman dediğim gibi aslından çeviri başarılı olmasa, kitabın kendi dilinde olan başarısının ne önemi var ki?
Ben
Okur musunuz bilmem lakin yazdım.
İncelemeye başlamadan önce, felsefi bilgileri bu denli basit ve eğlenceli bir üslup ile kaleme alan Nigel Warburton 'a şükranlarımı iletiyorum :)
* Metnin uzunluğu gözünüzü korkutmasın, madde madde elimden geldiği kadar özetlemeye çalıştım.
Kitabımız kronolojik bir sıraya göre dizilmiş, 40 bölümden oluşuyor.
Demek Ulysses’i okumak istiyorsun sorusuna verilen cevap genelde kolay gelsin oluyor. Zor bir kitap Ulysses edebiyatla hafiften haşır neşir olan herkesin bildiği gibi. Eleştirmenler, okuyucular ya da bloglarında kitabı inceleyenler demiyor sadece bunu. Joyce’un kendisi profesörlerin yüzyıllarca ne demek istediğini tartışacaklarını iddia ediyor
Dalkavuklar Gecesi - Z Vitamini'ni okursanız isabet olur.
Hüseyin Nihal Atsız edebiyat dünyasında haksızlığa uğramış bir şair ve yazardır. İkinci Süreya vakası
Az önce bir anne ile görüştüm... Bu annenin hikayesini kısaca size özetlemeye çalışayım.
Bunların bir çocuğu oluyor. Fakat çocuk daha ilk aylarda henüz kundaktayken çok ağır bir hastalık geçiriyor ve çocuğun beyninde çok ağır hasarlar oluşuyor...
Çocuk daha o yaşlarındayken birkaç kez beyin ameliyatı geçiriyor fakat herhangi bir ilerleme olmuyor...
Çocuk zamanla tamamen bitkisel hayata geçiyor ve algısı tamamen dış dünyaya kapanıyor..
Bununla birlikte herkes çocuktan tamamen ümidi kesiyor...
Sadece bir kişi hariç, annesi!
Ve çevresi dahil herkes, bütün hayatını o çocukla mahvedemeyeceğini, çocuğun artık fişinin çekilmesi gerektiğini, deyim yerindeyse onun ölüme terk edilmesini öğütlüyor..
Anne ne yapıyor biliyor musunuz?
Gerekirse yapayalnız kalma pahasına, kendisini bu şekilde baskılayan kocası dahil herkesi hayatından çıkarıyor...
Anne, o gönlündeki o akıl almaz anne sevgisi ile çocuğuyla öyle bir ilgileniyor ki, çocuk artık düzelmeye ve normalleşme yolunda adımlar atmaya başlıyor...
Şimdi birbirlerinin gözlerinin içine bakarken, birbirlerinin gözlerinin içi gülüyor...
Şimdi onunla olan muhabbetimi ekrana getiriyorum.
Bu konuşmalar, bu durumda olan, belki başkalarına da örnek olabileceği ümidiyle, tamamen kendi rızası ile yayınlanmıştır..
Taş Sektirme Ustası kitabı üzerine yazılan incelemeleri okurken fark ettim ki, taş üzerine söylenmiş ne kadar atasözü ve deyimimiz varmış. Oysa sıradan bir taş ama marifet bakmakta değil görebilmekte derler ya işte, yazar görmüş taştaki kerameti ve deyim
YouTube kitap kanalımda Kırmızı Pazartesi kitabının da içinde bulunduğu kitaplık turu videomu izleyebilirsiniz: ytbe.one/yf0me602lnY
Ana baba bacı kardaş dar günümde el olur
Namus belasına kardaş döktüğümüz kan bizim.
Acaba Gabriel Garcia Marquez 1981 yılında Kırmızı Pazartesi'yi yazarken, Cem Karaca'nın 1968 yılında Namus
ARTHUR SCHOPENHAUER …
Bir deha, edebi dili harika olan düşünür... Yazdıklarını okurken illaki kendinizden tespitler bulacaksınız.Arthur belki insan sevmez ama insanı çok iyi tanıyıp ve yerinde tahliller yapan bir şahsiyet.Ona hayranım.Her ne kadar katılmadığım noktalar da olsa. Açık sözlülüğü, yapmacıktan uzak olması beni en çok çeken şey.Şunu
Romeo ve Juliet kitabının önsözünde çok hoşuma giden bir söz vardı : "Bir yapıtın ölmezliği işin öyküsünde değil, o öykünün yazarı tarafından ele alınışında saklıdır." diye. Kitabı okuduktan sonra aklıma bu söz geldi. Olay veya kurgu ne kadar muhteşem olursa olsun eserin okunabilirliği yazarın üretken tahakkümü altındadır. Bu durumu şöyle