Yavaş yavaş ölürler;
Seyahat etmeyenler, okumayanlar, müzik dinlemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler;
Alışkanlıklarına esir olanlar, her gün aynı yolları yürüyenler, rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar..
Bir kalkış nasıl değiştiriyorsa her şeyi bir duruş da öyle değiştiriyor. Bir karar veya bir tereddüt biz diyoruz ki tesadüf, ama tesadüf diye bir şey yok.. Sadece denklem var, ki o da bizden habersizce kuruluyor…
İnsanlara ne kadar yaklaşırsam kendimden o kadar uzaklaşıyordum. Sanki o masada oturan ben olmuyordum. Bir anda her şey tılsımını yitiriyor ve ben benden saklanıyordu. Yalnız olmalıydım, ya da ben’i bana yabancılaştırmayanla kalmalıydım. Bunca herkes çok fazlayken. Ben de herkes mi olacaktım..
Bir yara izinin asla çirkin olmadığı konusunda bana katılmanızı istiyorum.
Yara izini yapanlar bunun aksini düşünmenizi isterler. Ama siz ve ben, onlara kafa tutma konusunda bir anlaşma yapmalıyız.
Bütün yara izlerini bir güzellik olarak görmeliyiz.
Çünkü tecrübelerime dayanarak söylüyorum ölürken yara izi olmaz.
Yara izi “Ben kurtuldum” demektir.
Bazı günler, her şeyi hissedebiliyorum. Bazı günler ise hiçbir şey hissetmiyorum. Dalgaların altında boğulurken ya da susuzluktan ölürken, neyin kötü olduğunu bilmiyorum.
“Artık etraf karanlık.
Fakat birbirlerinin nefeslerini hissediyorlar.
Bilmeleri gereken her şeyi biliyorlar. Öpüşüyorlar.
Birbirlerinin gözyaşlarını yanaklarında hissediyorlar. Eğer birisi onları görebiliyor olsaydı birbirlerinin suratını okşayan normal bir çift olduklarını düşünürdü.
Vücutları birbirine yakın.
Gözler kapalı.
Etraflarında olan bitenden bihaber.
Çünkü hayat öylece devam eder. Öylece.”
Olgunlaştıkça kimseyle uğraşasın gelmiyor.
Kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun. Seni hasta edecek insanlarla birlikte olmaktan vazgeçiyorsun.
Çok karışığım;
Bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun, diğer yanım mucizelere ve düşlerin gerçek olabileceğine halen inanıyor ve heyacanını koruyor.
Bu iki yan arasında ben eziliyorum.