Din adamlarına karşı sert suçlamalar duyduğumda onlara şöyle sorarım: Ülkemizde vicdan sahibi tüccarlar var mı? Dürüst aşçı, vicdanlı inşaatçı, marangoz, demirci var mı? Hangi sınıf konumundan daha yüksekte duruyor? Avukatlarınız, meclis üyeleriniz, gazetecileriniz, onlara toprağınızın tuzu diyebilir misiniz? O zaman ne istiyorsunuz? Daha aranızdan düzgün bir domuz çobanı bile çıkaramazken kiliseden değerli papazların çıkmayışına neden şaşıyorsunuz? Kiliseniz sizsiniz. Rahipler de sizsiniz. Onlar da sizin hamurunuzdan. John Wilhelm Snellman
Laiklik: Laik terimi dilimize Fransızcadan geçmişse de kelimenin aslı Latince "laicus"tur. Din adamı olmayan kişiler ve "kiliseye ait olmayan" demektir. Bu durumda laik kişi ruhban sınıfına mensup olmayan kişiyi tanımlamaktadır. Kavramın geçmişten günümüze geçirdiği serüvene baktığımızda da genellikle, dini düzene dayanan toplumda din adamlarının dışında kalanları anlatmak için kullanıldığı görülmektedir. Aynı bağlamda kavramın Yunanca aslı olan "laos" halk, "laikos"da halksal demektir. Benzer örüntüde Hristiyanlıkta da kilise adamlarına “clerici", bunun dışında kalanlara "laici" denilmiştir. Sıfat olarak ise "laik" kelimesi, devletin, bireyin ya da varlıkların ve beşerî ilişkilerin dini normlara bağlı olmayan niteliklerini belirtmektedir.
Sayfa 64 - Ötüken NeşriyatKitabı okuyor
Reklam
208 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline geldi. Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.
Beyaz Zambaklar Ülkesi
Beyaz Zambaklar ÜlkesiGrigory Petrov · Ayrıntı Yayınları · 201798,6bin okunma
Osman Gâzi'nin, oğlu Orhan Gâzi'ye vasiyeti.
Orhan Gazi'nin geldiğini fark eden Osman Gazi, eliyle işaret ederek onu yanına oturttu. Sonra etrafındakilere onu yerine tayin ettiğini bildirdi. Evlatlarına ve kumandanlarına, Orhan Gazi'ye itaat edip, ona bey'at etmelerini emretti. Ardından Orhan Gazi'ye, Osmanlı Devleti'nin temel harcı mahiyetindeki şu vasiyet ile son
Erkam yayınlarıKitabı okuyor
İlginç..
Metternich'in görüşünü yansıtan Avusturya elçisi ise Türklerin Avrupalılaşmasına gerek olmadığına, Metternich'in Osmanlı devlet adamlarına elçi aracılığı ile gönderdiği mesajdaki tavsiyesinde de söylediği gibi, Avrupa kanunlarının yalnız Avrupalılara özgü olduğuna, o kanunların Türklerin din ve geleneklerine uymadığına, Avrupa'nın ne düşündüğüne bakmaksızın Türklerin kendi gelenek ve dinlerinin kurallarına göre gitmelerinin yeterli olduğuna inanıyordu.
Sultan Orhan Gazi
SULTAN ORHAN GAZİ Ömrü fetihten fetihe koşmakla geçen büyük idareci Osmanlı Devleti gibi üç kıtaya hükmedecek muhteşem bir imparatorluğun temelini atan Osman Gazi, beka âlemine gitme vaktinin geldiğini anlayınca, Gazi oğlu Orhan'ı çağırmış ve ona şöyle vasiyet etmişti: "Oğlum, İstanbul'u aç, gülzar eyle. Öldükten sonra beni
Reklam
Sultan Tuğrul Bey
SULTAN TUĞRUL BEY Selçuklu Devletinin Kurucusu Devrinde dünyanın en kuvvetli ve en büyük devleti olan Selçuklu Devleti ve büyük devlet adamı Tuğrul Bey... Biri diğerini hatırlatan iki muhteşem isim... Müslümanların kurduğu büyük devletlerden olan Selçuklu Devletinin kuruluşu ve yükselişi Tuğrul Beyin hayatında düğümlenir. Çünkü Selçuklu
Din adamlarına bunu yapanlar Gaddar dünyaya meylettiler Birini Kuran okurken öldürdüler. Birini namaz kılarken öldürdüler. Birini zehirleyip devirdiler. Birinin Kerbelada başını kestiler. Geç bunları, yönel Tanrıya, asıl budur.
Sayfa 37
Her türlü kötü sıfat yakıştırılıyordu onlara. Bilimin ve edebiyatın düşmanı, şehirli ve nazik olmaktan uzak oldukları söyleniyor, çocuklarını hayvan gibi yetiştirmekle suçlanıyorlardı. Kıyafetleri komik bulunuyordu. Hep yerde yemek yiyorlar, masa nedir bilmiyorlardı. Yerde, döşeklerde yatıyorlar, yatak kullanmıyorlardı. "Kadınları tavşan gibi
Bazı şeylere cevap bulmak için illaki din adamlarına gerek yoktur.
"John amaca, papazla konuşmaya başladı"Casy",dedi sen insanın ne yapmasi gerektiğini bilen bir adamsın. _Ne için ne yapması? _Bilmiyorum _Eee... ben nereden bileyim! _Ama sen papaz değilmiydin? _Bana bak, artık herkesin benim papazlığımdan söz etmesinden bıktım.Papaz insandan başka bir yaratık değil ya!"
Sayfa 271
Reklam
15. Yûsuf'u götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz de ona, "Andolsun, (senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen kendilerine haber vereceksin" diye vahyettik. 16. (Yûsuf'u kuyuya bırakıp) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. 17. "Ey babamız! Biz yarışa girmiştik.
Özellikle, işlediği ahlaksızlıklar karşısında halkın başkaldırısını sindirmek için koyduğu ağır vergiler ve halkı itaate zorlayan fermanlarla Katolik Kilisesi, kendisine siyasi bir erk isnat etmiş ve bir derebeylik haline gelmişti. Bütün tasarruflarını, semadan alınmış ilahi talimatlarla gerçekleştirdiğini iddia eden kilise bu emirlere uymayanları da aforoz etmiştir. Kilisenin, vahiy yoluyla aldığını iddia ettiği talimatlarla bilimsel sahada da (Örneğin, yeryüzünün şekli gibi...) konuşmaya başlamasıyla asıl felaket meydana gelmiştir. Çünkü bir müddet sonra teorik ve deneysel bilimler, Tanrı tarafından öğretildiği iddia edilen bu bilgilerin yanlışlığını ortaya koymuş, bunun üzerine kilise bu handikabı aşmak için aralarında Galile, Kopernik ve Giordano Bruno gibi isimlerin de olduğu bilim adamlarına akıl almaz işkenceler yapmış, hatta bir kısmını ağaç yığınları üzerine koyarak yakmıştır. Bu aşamadan itibaren insanlar Tanrı'yı cahil ve zorba, vahyi irrasyonel, kiliseyi ve din adamlarını ise zalim olarak görüp din karşıtı bir cephede kendilerini konumlandırmaya başladılar.
“Onlar, mesela, halkin camilerde namaz kılmasını Ramazan ayında oruç tutmasını, din adamlarına hürmet göstermesini, Ramazan günlerinde yoksullara iftar sofraları hazırlamasını, geçim zorluğu çeken bazı tarım işçilerine bir miktar iane vermesini bir 'dindarlık' göstergesi olarak alıyor, bundan mutluluk duyuyor, bunu yapanın dindarlığını, iyiliğini, kalbinin inceliğini, ‘insancıllığını'(!) övüyorlar, onun zekâtını verdiğine, yoksullara sadaka dağıttığına tanıklık ediyorlar. Ama aynı adamın, kamu hakkı yediğini, toprakta çalışanlara zulmettiğini, onların emekleriyle oluşan servetlere onlarin haklarını gasp ederek el koyduğunu, Allah'ın hakkı olan kamu hakkinı onların ellerinden çekip aldığını hiç önemsemiyorlar. Bu sözde 'dindarlar'ın sefil, sefih ve şerir çocuklarının, eğlence gecelerinden birinde saçıp savurdukları paranın, babaları tarafından yoksullara bütün bir yıl verilen sadakalardan çok daha fazla olduğuna hiç dikkat etmiyorlar."
Yeni Granada Krallığı
İncil'i kendileri öğretmeye çalışmadıkları gibi, din adamlarına bir yığın baskı yapıp eziyetler çektirerek yerlilere Hıristiyanlığı öğretmelerini engellediler. Çünkü İsa'nın fikirlerini öğrenip benimsedikleri takdirde yerlilerin altınlarını ve değerli taşlarını yağmalamayacaklar ve onlara o ağır koşullarda kölelik yaptıramayacaklardı.
Sayfa 138
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.