Geleneksel İslam inancına göre Allah'ın iradesi devlette veya devletin başındaki şahısta değil, ümmette/halkta tecelli eder. Devlet başkanı ne "tanrı-kral"dır ne de "Allah'ın halifesi" veya "Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi ve temsilcisi"dir.
O, yetkisini halktan-toplumdan almış, seçimle görev başına getirilmiştir. Esas görevi hukuku uygulamak ve toplumun genel arzusuna ve rızasına göre yönetmektir. Bu temel kabul, İslamiyet'te ve Müslüman toplumlarda "teokrasi"yi imkansız kılar.
Bu, toplumun daima devletin önünde ve üstünde olmasını gerekli kılan temel bir ilkedir. Bu da bize gösteriyor ki, İslam'ı genel çerçeve içinde temel hareket noktası "güçlü devlet" değil, "güçlü toplum" konseptidir.
Elbette toplumun devletin önünde ve üstünde olması demek, devletin dışında ve karşısında demek olması anlamına gelmez.
Nihayetinde devlet, toplumsal hayatın en geniş anlamdaki siyasi bir teşkilatı ve organizasyonudur. Şu halde esasında, devlet ile toplum arasında bir karşıtlık ya da bir yabancılaşmanın prensipte olmaması gerekir. Ama yine de tarihsel deneylerden anlaşıldığı gibi, yetkilerin önemli bir kısmının toplumun uhdesinde olması gerekmektedir.
İnsanların kendi aralarında kurduğu siyasi organizasyonun veya bir başka ifade ile devletin resmi bir görüşü, merkezden herkese empoze edilen ve dayatılan bir ideolojisi, belli bir yorum ve içtihatla sınırları çizilmiş resmi bir din veya mezhebi olmaz, olmamalıdır; ancak devletin sosyal hayatın esası olan bir arada yaşamayı mümkün kılan "ahlaki amaçları" olabilir.