youtu.be/pLjQhoDOLVA
Söz yakar mı? Yakar. Acıtır mı? Acıtır. Yanar mı peki? Hem nasıl… Ha söz ha köz… İnsan, kimi zaman közde yürüse yanmaz da bir tek sözle kül olur.
Söz, köz, kül…
“O Yar Gelir” türkü tadında bir ezgi. Sözleri doğa ile iç içe. Bağlaması omzunda yollara düşmüş halk âşığı sanki Ruhi Su… Sanki dağ bayır gezen bir
Divan Edebiyatına bir de başka bir pencereden bakmayı sağlayan bir kitaptı. Ele aldığı 3 mesnevi incelemesiyle 600 yıllık edebiyatımızın kalıplardan ibaret olmadığını, felsefesini eserler üzerinden ele alıyor. Divan Edebiyatına bakışımı değiştiren güçlü bir kitaptı. İlgililere mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum.
Hindistan’ın Surat kasabasında bir kahvehane vardı, dünyanın her tarafından yabancıların, seyyahların uğradığı ve hasbihale daldığı.
Günün birinde bilgin Acemin biri uğradı buraya. İlahiyatçıydı. Ömrünün çoğunu Tanrının doğasını anlamaya ve bu konuyla ilgili kitaplar okumaya harcamıştı. Öylesine çok tefekkür etmiş, okumuş ve yazmıştı ki Tanrı
Bu hikâye suya yazılmıştır. Kuytu bir köşede nemden ve dahası it bağlasan durmaz denilen bir yerde dökülmüştür cümleler çatlayan dudaklardan. Takvimler Mart ayını gösterirken; kapı aralığından gazete parçasına sarılı öğün yemeğini uzattılar. Göz ucuyla baktı bırakılan gazeteye; karanlık, isli odaya vuran güneş ışıklarının tozları havada görünür
Mü’min, sözlerinde, davranışlarında, planlarında, hayata bakışında pergelin sabit ayağını “bir gün Allah karşısında divana durmak” düşüncesine göre ayarlar.