..
gözlerin, bağlı ayin
tekil dinler
bağlar birbirimizi birbirimizin gözleriyle
kum kanıyla karılır karanlığın sesi, çölde
önümüze çıkan kurumuş bir post
bizden öncekilerin giyindiği beden
yüzleştirir bizi seçtiklerimizle
....
..
bitkin bir şaşkınlık içinde
vadilerde kaldı eski derinliğimiz
hangi ay çağırır bizden çekilen suları
taşlar kadar tarihe kefil
durur şiirin altında
kendi derinliğine mühürlenmiş sözcükler
Söz boş! Boş şiir
neye yarar
gümüş tozanlarından bir gecede
bir mitosa varmiyorsa bütün konular
ti kes li çavên min nanêre
li pêçiyên min napirse
diheje heyvek li
nîvê çalê
ti kesî ez şa nekirim
gava dişewitîm di
landika şînê da
li derve li derve li derve me
...
Örtünme vaktim geldi
Vahşi bir melankolide
Sildim parmak izlerimi kendi tetiğimden bile
Kara bir battaniye sarıyor bedenimi
Gecenin gümüş kabzasında
Yaslandığım ağaçtan uğultusunu dinliyorum
İçinden geçtiğim yaralı ormanların
Yakın tarihim: kavgada haydut, aşkta forsa
Yaralı bir hayvan kadar uzak,
Ansızın gelen bir intihar kadar yakınım
Ağaçlarını yaktığım ormanda
...
Ben hep çabuk çekilen tetiğe yaşadım
Yemin ettim
Yüreğimdeki ve bedenimdeki
bütün yaralar adına
yüzünün kuyusuna düştüğüm kuytuda
Sana olanca aydınlığım ve karanlığımla baktım
aşktan yorgun düştü dinim
dağıldı kehribarım
gül ve buğday yetiştiren
Ömrüm adına yemin ederim ki:
Ben seçmedim bu ölümü
Kaçmasan vurmayacaktım
Zor zamanlarda, yani yaşamın neredeyse her evresinde hep orada olan şiir yine bana eşlik ediyor. Raflardaki şair dostlarına bakıyorum. Kavafiler mi? Seferis mi, Ritsos mu? Bir Fransız şairi, Perse, Valery, Char? Yoksa bir Rus mu, Mandelstam, Pasternak, Ahtmatova mı? İrlandalı Yeats mi? Belki de Milozs ya da Neruda? Yanıma gelecek modern bir şair olmalı, doğrudan ruhuna, mevcut ruh halime hitap etmeye devam ediyor. Gözüm Ekelöf'e takılıyor, tam da bu tür dondurucu kurt kanunu zamanların edebi sesi olan İsveçli şair Gunnar Ekelöfün tüm şiirlerinin toplandığı zenginliklere uzanıyorum.