Ama dinin genlerimizi sonraki kuşaklara aktarmamıza yardımcı olmasını sağlayacak bir mekanizma olduğunu düşünmek zor değildir. Daha büyük uyum ve daha sıkı ahlaki kurallar daha çok işbirliği doğurur ve daha çok işbirliği de avcılık-toplayıcılık faaliyetinde daha çok yiyecek temin edilmesiyle sonuçlanır. İnsanlar tok karınla daha güçlü ve uyanık, hastalıklara karşı daha bağışık olur, çocuklar daha çabuk gelişir ve bağımsızlığını daha çabuk kazanır. Grup üyelerinin birbirine, özellikle hasta ya da yaralı olanlara daha iyi bakma olasılığı artar. Bundan ötürü, uzun vadede, ortak bir din evrimsel bakımdan üstünlük getirir ve doğal seçilim daha kuvvetli inançları olan grupları kayırır.
Sayfa 118Kitabı okudu
Din örgütlü ve disiplinli bir grup üretmekte ne kadar başarılı olursa, o grup da hayatta kalmakta ve böylece genlerini sonraki kuşağa aktarmakta o kadar başarılı oluyordu. "Doğal seçilim" ile anlatmak istediğimiz şey budur: Hayatta kalmaya ve üremeye yardım eden mutasyonların genler aracılığıyla sonraki kuşaklara aktarılması. İkizler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalardan yola çıkarak, bize miras kalmış bir dinsel inanç eğilimine sahip olabileceğimizi hesaba katarsak, Tanrı Fikri'ni genlerimizde taşıdığımıza ilişkin bir kanıt olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sayfa 116Kitabı okudu
Beğenseniz de beğenmeseniz de doğal seçilim gerçekleşmektedir.
Hangisi bilmiyoruz ama adalardan birinde yerel kara iguanası nüfuslarından biri yaşama tarzlarını tamamen değiştirdi. Bu iguanalar volkanların yamacındaki bitkilerle beslenmek yerine, kıyıya gittiler ve deniz yosunlarını yemeye başladılar. Daha sonra doğal seçilim, hünerli yüzücü olan bireyleri tercih etmiştir. Bugün onların torunları deniz altındaki yosunları yemek için dalmayı alışkanlık haline getirmişler. Onlara deniz iguanaları diyoruz ve kara iguanalarının aksine deniz iguanaları yalnızca Galapagos’ta bulunurlar.
Darwin'in 1859 yolculuğundan yirmi yıldan fazla bir süre sonra halka sunmaya cesaret ettiği sonuç, tamamen yeni bir evrim teorisiydi. Çünkü o, mükemmel görünen evrimsel sürecin tam bir açıklamasını sağlamak için ne yaratılış fikrine ne de doğal tarihsel uyum modellerine başvurdu. Her şeyden önce, doğada zamansal hesaba katmak için insanlık tarihine bir model olarak ihtiyaç duymadı. Darwin'in doğanın zamansallaştırılması biçimi de bir tarihsel durum çıkarımıydı. "Varoluş mücade lesi", zaman gerektiren bir faktördü.... Doğal seçilim. Bu süreci harekete geçiren ve evrimi ilk etapta bir değişim süreci olarak başlatan itici güç, aydınlanmacıların asla hesaba katma ya cesaret edemeyeceği bir şeydi: Tesadüf.
Evrim teorisinin artık ilahi yaratılışla, aydınlanmanın doğal-felsefi modelleriyle veya tarihle hiçbir ilgisi yoktu.
Özünde, hayatta kalma mücadelesi, seçilim ve en uygun olanın uygulanması için bir dövüş metaforunda paketlenmiş olsa da sadece bir olasılik modeliydi.
Naziler insanlıktan tiksinmiyordu. Liberal hümanizmle, insan haklarıyla ve komünizmle, insanlığa hayranlık duydukları ve insan türünün çok büyük potansiyeli olduğuna inandıkları için savaştılar. Fakat Darvinci evrim mantığında olduğu gibi, doğal seçilim yoluyla uygun olmayanların elenmesine ve uygun olanların da hayatta kalarak üremesine izin verilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Zayıf insanların yardımına koşan liberalizm ve komünizm, hem uygun olmayanların hayatta kalmasını desteklemiş, hem de bunların üremesine izin vererek doğal seçilimi bozmuştu. Böyle bir dünyada en uygun olanlar ister istemez bozuk insanlardan oluşan havuzda boğulacaktır ve insanlık her nesilde daha da zayıf hâle gelerek sonunda yok olacaktır.
Sayfa 234Kitabı okudu
"Hastalık mikroplarıyla biz artık tırmanan bir evrim yarışına kilitlenmiş durumdayız, yenilmenin bedeli ise bir yarışçının ölümü, hakem rolünü de doğal seçilim oynuyor. Yarışmanın biçimi nasıl acaba: Ani baskın mı yoksa gerilla savaşı mı?"
Kısacası, hastalıklar süregelen evrimi temsil ediyor, mikroplar doğal seçilim yoluyla yeni ev sahiplerine ve taşıyıcılara uyum sağlıyor.