Kiraz çiçekleriyle dolu bu ormanın sırrını bugün bile kimse çözememiştir. Kökeninde "alnızlık' vardı belki, kim bilir? Adamın artık yalnızlıktan korkmasına gerek kalmamıştı. Yalnızlığın ta kendisi olmuştu.
" Meditasyona En Büyük Öğretmen denilir ve bu şanlı isim ona boşuna verilmemiştir. Meditasyon zihniniz için soğuk bir duş gibidir. Onu yıkar, temizler, kendine getirir. Bu sayede algılarınız açılır, anlayış kapasiteniz artar ve zihniniz daha esnek bir hale gelir. Zamanla kalbinizdeki sevgi ve şefkat ortaya çıkar, mükemmel bir ebeveyn veya
Doğuştan getirdiğimiz tek bir kusur var: hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimize inanıyoruz. bu kusurumuzu gidermedikçe... dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer gibi görünecektir çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, insanlarin mutlu bir yaşam sürdurmelerine olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız... işte bu yüzden neredeyse bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür
Umut.-Pandora kötülüklerle dolu kutuyu getirip açtı. Tanrıların insanlara hediyesiydi bu; dışarıdan güzel, baştan çıkarıcı bir hediye gibi görünüyor, adına “mutluluk kutusu” deniliyordu. Kutuyu açınca tüm kötülükler, canlı, kanatlı varlıklar, içinden uçarak çıktı: O günden beri ortalıkta geziniyor, insanlara gece gündüz zarar veriyorlar. Kutudan çıkmayan tek bir kötülülük kalmıştı: Pandora, Zeus’un isteğiyle kapağı kapatınca içeride kaldı. Şimdi mutluluk kutusu sonsuza dek insanın evinde, insan kutunun içinde bir hazine olduğunu sanıyor; kutu onun emrinde, canı istedikçe kutuya uzanıyor çünkü Pandora’nın getirdiği o kutunun kötülük kutusu olduğunu bilmiyor, geride kalan kötülüğü en büyük büyük servet olarak görüyor - umut bu. -Zeus insanın, diğer kötülükler yüzünden ne kadar eziyet çekerse çeksin hayatı gözden çıkarmamasını tekrar tekrar eziyet çekmeye devam etmesini istedi. Bu amaçla insanlara umudu verdi: Aslında bu kötülüklerin en kötüsüdür çünkü insanın azabını uzatır.
Mükemmel bir beyne sahip olan Jules Verne'in 80 Günde Devriâlem adlı kitabını okuyan her çocuk gibi, ben de hayatım boyunca içinde efsane yolculukların yapıldığı kitapların hastası oldum. En sevdiğiniz karakterlerin, hep beraber uzun ve gizemli yolculuklara çıktığı o güzel kitaplardan bahsediyorum. Sevgili Bran Stark'ın, Hodor'un sırtında dolaştığı toprakları hatırlayın. Ya da Jon Snow'un, Sur'un ötesine geçip Yabanılların arasında yaptığı o heyecan dolu keşifleri... Hepsinden de öte, hepimizin Khaleesi'si olan Daenery Targaryen'in saçlarını bıraktığı o uçsuz bucaksız çölün ortasında, halkı ile bilinmeze doğru çıktığı yolculuğu... Her ne kadar kıymetlimiz George R. R. Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı serisinde bizleri mükemmel karakterlerle efsane yolculuklara çıkarsa da yolculuk denince en efsane anılar Ayrıkvadi'de başlar. Zira Elrond'un Yüce Divanı kurulmuş ve yüzüğün geleceği ile ilgili hüküm verilmiştir. Yüzük oldukça karanlık ve bir o kadar da tehlikeli bir yolculuğa çıkacaktır.
“Belki hepimizin içi tanrı’yla ve onun sevgisiyle dolu değil ama Tanrı’yı yeryüzünün büyük,en büyük şefi,efendisi olarak kabul ettiğimizden bu yana duygularımızın daha daha geliştiğini,daha güçlendiğini şükran duygularıyla görüyoruz.”
Her sevginin başlangıç süresi, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi.
Nasıl yar diyeyim ben böyle yare
Mecnun edip çöle saldıktan sonra
Alemin bağına bülbüller konmuş
Nidem benim gülüm solduktan sonra
Karadır kaşların keman istemem
Şu gönlümden özge mihman istemem
Ölsem de derdime derman istemem
Ok vurup sinemi deldikten sonra
Coşkun çaylar gibi çağlamayan yar
Gönlünü gönlüme bağlamayan yar
Benim bu halime ağlamayan yar
Daha ağlamasın öldükten sonra
Pir Sultan Abdal'ım sürem bu yolu
İnsan-i kamilin olurum kulu
İster yağmur yağsın isterse dolu
Nidem ben ummana daldıktan sonra
Postmodernizm için uğruna savaşacak fazla bir şey yoktur. Franz Kafka, Samuel Beckett ve genç T. S. Eliot için bedeli ödenecek gerçekten de çok şey vardır ama artık bunların ne olduğunu söylemek zordur. Beckett’ın metruk, harap dekorlarında nedamet için yalvaran bir dünyanın sureti vardır. Ancak nedamet günahkârlığı beraberinde getirir ve Beckett’ın heba olmuş, içi boşalmış karakterleri orta derecede ahlaksız olmak için bile fazlasıyla duyarsızlığa ve atalete batmışlardır. Masum sivillerle dolu bir köyü ateşe vermek bir yana intihar etmek için bile yeterince güç bulamazlar kendilerinde.
Karşı konulamayacak kadar anlayışlı, insanın seve seve boyun eğeceği kadar sevgi dolu, incitemeyecek kadar duygusal, insanın irkileceği kadar önsezi dolu...