Kendimizi ne kadar özel ve farklı sanıyoruz aslında. Sanki bizim yaşadığımız/hissettiğimiz şeyleri yeryüzünde bizden başka yaşayan/hisseden kimse yokmuş gibi. (“Modern batı”nın bireyci tuzaklarından biri daha) Oysa ne kadar aynıyız, benzeriz insanlık hallerimizde, hele hele kadınlık hallerimizde. 1950’lerde Fransa’da yaşayan bir genç kız ile ne çok ortak duygu yakalıyorum bu kitabı okurken ve ister istemez düşünüyorum bunları.
Kızın Hikayesi, inanılmaz cesur bir kitap ve bu cesaret yazarının kitap boyunca kendi gölgesiyle yüzleşmelerinden ileri geliyor kanımca. Bunun ne muazzam zorlukta bir şey olduğunu da ancak bu yüzleşmeye niyet edenler anlayabilir, anlatmak çok zor. Bu yüzden çok etkileyici buldum kitabı. Akıcı da bir yandan ama bir parça da zor sanki okuması. Çünkü bir gönül bağı ve merak istiyor kitap okunmak için, bu ikisi de ilk sayfalarda kurulamadıysa, ilerletmesi zorlar diye düşünüyorum. Bende kuruldu ve zorunlu verdiğim aralara rağmen yarım bırakmadım, bitirdim.
Bir de kitabın Sonnot bölümünde kitapta bahsi geçen Avrupa sinemasından filmler ile ilgili kısa bilgiler var. Ben gibi Hollywood filmlerinin baskın olduğu bir dönemde/kültürde büyüyenler için güzel bir başlangıç noktası olabilir; kitabı okurken uyanan bir merak, başka kapılar açabilir.
Meraklısına şimdiden iyi okumalar dilerim, şahsen ben yazarına tekrar denk gelirsem yine fırsat veririm, dilini, üslubunu ve cesaretini sevdim