Diğerlerini koru, eğer güvenlikteyseler. Çok fazla acı çekmelerine izin verme. Ölmeleri gerekiyorsa, ölümleri çabuk olsun. Onlar için bir cennet bile sağlayabilirsin.
Sonuç adına şimdiyi ertelemek yaşamı ertelemektir...
Peki, nedir öyleyse pişmanlık? Yaptığımız seçimden ötürü yaşadığımız bu daralma, kendimizi aşağılama, ömrümüzü yadsıma? Her yağmur damlası bir noktaya düşer, her yaprak payına düşen rüzgarı bilir, her ırmak kendi yatağında akar...ve insan yaşadığı sürece seçeneker içinden bir seçim yapar. Bir seçimle dışarda bıraktığımız binlerce olasılığın, hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gerçekliğinin, yaptığımız seçimden daha iyi olacağı düşüncesiyle kıvranmak, Nietzsche' nin deyişiyle, 'köpeğin taşı ısırması' değil midir?
" Sonra nedir o her koşulda bir dua, bir bağışlanma gibi ruhumuzu rahatlatacağını sandığımız uygunluk? Neye göre uygunluk? Gerçeğimizin tutuşturduğu isteklerimize göre mi, isteklerimizin küllendirdiği gerçeğimize göre mi? Uygunluk bir uzlaşma, ödünler vererek elde edilem bir uyuşukluktur. İstekleriyle gerçeği örtüşen bir insanın öyküsü bitmiştir.
Kırlangıç kanadının gergedan gövdesine uygunluğu uygunluk mudur?
Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood tarafından kaleme alınan feminist bir distopyadır. Yazarımız kitabı korkunç denilebilecek bir kurgu ile işlemiştir. Korkunç olan şey kitapta yaşanan olaylardır. Kitabın işleniş biçimini ve olay örgüsünü beğendiğimi belirtmek isterim. Zaman zaman kahramanın yaptığı flashbacklerde bu duruma katkı sağlamıştır.
Yaşlı kadın “Haklısın!” dedi. Eskiden benim gibi kocakarı ilaçları yapan kadınları odun yığınının üzerinde yakarlardı; şairler cep delik cepken delik dolaşırlardı ortalıkta. Günümüzde ise durum iyi- hem de çok iyi! Ama sen çevreni doğru göremiyorsun; kulağını da keskinleştirememişsin. Sanırım gece yatmadan dua da etmiyorsundur. Ortalıkta şiiri yazılacak, öyküsü anlatılacak bir sürü şey var- elbette anlatma yeteneğin varsa!Aradığın konuyu yeryüzünün bitkilerinde, meyvelerinde bulabilirsin; akarsulardan durgun sulardan çıkarabilirsin; ama bunu nasıl yapacağını, bir güneş ışınını nasıl yakalayabileceğini bilmen gerekir. Al şu benim gözlüklerimi tak, kulaklığımı kulağına koy, duanı oku, hiç durmadan kendini dinlemeyi de bırak!” Bu sonuncusunu yapmak, yaşlı kadının düşündüğünden çok daha güçtü.
Merhaba arkadaşlar. Hepimize kalan zamanda iyi bir pazar günü diliyorum. Sabah 5’te kalktık baktık İstanbul’a kar yağıyor. 9 gibi sağanak yağmura dönüştü. Bu vakitler bulutlu ve bolca rüzgarlı. Allah hepimizin sevdiklerini korusun diyerek başlayalım. Özlemişiz gittikçe güzelleşen Stephen King romanlarının lezzetini. Aklıma ilginç bir soru geldi ve
Dindar olmayan bir baba ile Ortodoks olan bir annenin çocuğu olarak Ukrayna'da dünyaya gelmişim. Komünizmin bütün dinî yasaklamalarına rağmen bir köy kilisesinde gizlice vaftiz edildim. Evimde, "tek tanrı” inancıyla büyütüldüm. Dinî bayramları seviyordum ve İsa'nın dünyaya dönüşünün sevinci olan Paskalya öncesi kırk günlük orucu
olduğum yerde dua ediyorum, pencerede oturur, perdeden boş bahçeye bakarken. Gözlerimi bile kapatmıyorum. Orada, dışarıda ya da kafamın içinde, aynı karanlık var, ya da ışık.
Tanrım. Gökyüzünün krallığında bulunan sen, içimde. keşke söylesen bana adını, gerçek adını yani. Ama Sen de aynı işi görebilir.
Keşke amacının ne olduğunu bilsem. Ama ne olursa olsun, buna dayanmam için yardım et bana, lütfen. Senin işin olmasa bile; orada, dışarıda olup bitenlerin senin istediğin bir şey olduğuna bir an için bile inanmıyorum.
Yeterince günlük rızkım var, bu nedenle bunun için zaman harcamayacağım. Esas sorun bu değil. Sorun, boğulmadan onu yutabilmekte.
Şimdi sıra bağışlamada. Şimdi beni bağışlamakla uğraşma. Daha önemli şeyler var. Örneğin: Diğerlerini koru, eğer güvenlikteyseler. Çok fazla acı çekmelerine izin verme. Ölmeleri gerekiyorsa, ölümleri çabuk olsun. Onlar için bir cennet bile sağlayabilirsin. Cennet için sana ihtiyacımız var. Cehennemi kendi başımıza da yapabiliyoruz.
“Bir yandan dua okur, bir yandan ilahi söylerdim. Gözlerime yaş dolar, durmadan iç çeker, ellerimi havaya dikerdim. Sonra da duayı bitirir bitirmez doğruca çalışmaya koşardım. Çalışırken de dudaklarımdan dua eksilmezdi. Böyle böyle kentte bir söylenti aldı yürüdü: Ne bileyim, Matvey ermiş kişidir, Matvey hastaları, delileri iyileştiriyor falan