Ola ki başka bir yerde yaşıyorduk o an, başka bir zamanda yaşıyor ve oradan burayı düşlüyorduk düşlediğimizin farkına bile varmadan.
Sayfa 41
Ola ki başka bir yerde yaşıyorduk o an, başka bir zamanda yaşıyor ve oradan burayı düşlüyorduk düşlediğimizin farkına bile varmadan. Derin derin iç geçiriyorduk. Belki de sonsuz bir uğraşa kaptırmıştık kendimizi, durup dinlenmeden bir şeylerle boğuşuyor, koşuyor, bağırıyor, coşuyor ve kan ter içinde kalıyorduk.
Reklam
Eğer tutsak ve ellerim, ayaklarım bağlı olmasaydı, gidip hiç bilmediğim bir dersi bana verdiği ve sözünün yaratıcılığı konusunda çok önemli bir şey bana öğrettiği için ellerinden öpecektim askerin; yaşanan gerçeklik, vuku bulan olaylar, başa gelenler ve onları tarih, türkü ve hikaye dönüştüren sözler, her yerde, herkes için aynı değildi. Veya şöyle söyleyeyim, bir olay vuku buluyor ve bazı şeyler yaşanıyor, böylece de bir gerçek oluşuyordu, fakat biz, şimdi ahırda bulunan tutsaklar, onları başka bir gözle anlatıyor, dışarıdaki askerler ise, tutsakların söylediklerinin tam tersi bir biçimde, tam tersi bir halde görüyor ve anlatıyorlardı. İran sınırında dağ köylerinde kurulan divanhaneler dinlediğimiz Dengbej anlatıları, askerlerin anlatılarına hiç benzemiyordu.
Çay istedim, sigara yaktım, tarihçilik nasıl bir iştir, diye düşünmeye başladım. Yazılar yazıp, birtakım olayları hikâye etmekten başka bir iş olmalıydı. Belki şöyle: Bir yığın olayın nedenini arıyorduk, sonra o olayları başka olaylarla açıklıyorduk, o başka olayları da başka olaylarla açıklamaya ömrümüz yetmiyordu. Biz işi bir yerde bırakmak zorunda kalıyor, başkaları bizim bıraktığımız yerden işi sürdürüyorlar, ama işe başlarken, önce, bizim olayları yanlış olaylarla açıkladığımızı söylüyorlardı. Benden öncekilerin kitaplarından sözederken, doktoram ve doçentlik tezimde, ben de aynı şeyi yapmıştım. Haklı olduğuma da inanıyorum. Herkes, hikâyenin başka türlü olduğunu, ya da başka bir hikâyeyle açıklanması gerektiğini söyleyip duruyor. Bu başka ve yeni hikâyeyi de daha önceden biliyorlar. Yaptıkları tek şey gidip onu arşivlerden arayıp bulmak. Böylece dipnotları ve belge numaralarıyla süslediğimiz hikâyelerimizi gösterişli yazılarla, tantanalı toplantılarla, birbirimize gösteriyor, hikâyelerimizi karşılıklı savunup, kendi hikâyelerimizin daha iyi olduğunu ötekileri çürüterek kanıtlamaya çalışıyoruz.
.... Yüzyılın kaybı: Aşk En son ne zaman bir şiiri alay ederek ya da utanarak değil de sahiden içinizde bir yerlerde bazı parçaları tamamladığını hissederek okudunuz? Ne zaman bir sevgi sözcüğünü gerçek anlamıyla hitabınıza kattınız? Ne zaman birinin görünüşünden önce size nasıl hissettirdiğiyle ilgilendiniz? Verdiğiniz cevaplardan hoşnut
(...) kurmaca hayatımda neler yaşamışızdır o dostlarla, hayalî kafelerde ne parlak sohbetler etmişizdir. Benim dışımda zerrece var olmamış, ne biçim ölü bir geçmiştir bu içimde taşıdığım! Yalnızca gönlümde gerçek olmuş, küçük köy evinin bahçesindeki çiçekler. (...) Düşsel yazlıklar, hiçbir yerde var olmamış kırlarda gezinmeler! Yol kıyılarında ağaçlar, patikalar, çakıltaşları, gelip geçen köylüler... Baştan beri birer düştü hepsi, belleğime kazınmış bunca şey sahte bir acı doğuruyor –ben ise, saatlerimi düşlere verdikten sonra, onları düşlediğimi hatırlamakla da saatler geçiriyorum; ve gerçek, melankolik bir üzüntü duyuyorum, gerçek bir geçmişe ağlıyorum ve ciddiyetle, tabutta yatan ölü bir gerçek hayatı seyrediyorum. Tamamen iç dünyama ait olmayan hayatlar ve manzaralar da var. (...) Gördüğüm yerler gerçek olsun ya da olmasın, oralarda bulunamadığıma yanardım. Hiç olmazsa, küçücükken uyuduğum bir odada asılı duran o küçük gravürde, mehtabın altında uzanan ormanın kıyısına fazladan bir figür olarak çizselermiş beni! Nehir kıyısındaki o ormanda, ölümsüz ay ışığının altında (acemice çizgilerle de olsa) durduğumu, gözlerden ırakta, bir söğüdün eğik dallarının altından kayığıyla süzülen adama baktığımı düşleyebilseydim! O an, doludizgin düşlere kapılmamak acı verirdi. Çektiğim özlemin yüzü başka olur, umutsuzluğum ellerini başka türlü uzatırdı. Beni işkencelerle kıvrandıran imkânsızlığın altında yatan sıkıntı ise farklıydı. Demek hiçbirinin ne Tanrı katında bir anlamı vardı, ne de arzularımızın mantığına uygun bir şekilde gerçekleşme olasılığı (...)
Reklam
517 öğeden 41 ile 50 arasındakiler gösteriliyor.