Dostun kimdi senin? Bekliyorsun,sürekli bekleyişleri art arda ekliyorsun; seni seyrediyorum ve ses etmiyorum çünkü bekleyişin süslü bir imparatorluğu vardır..Umut silinene kadar güçlü bir direnişle dikilirsin tahtında..Sonra düşüş başlar. Başladığın yere dönüş...
Ona gitmek zorundayım.Ağlamaklı, sıkışmış sis den
liyim. Gözlerine bakıyorum, düşüyorum içlerine, balık
kurşunisi, çil çil yoğunürkünç. Bi sarhoşça, bi ısıcıl düşüş, bi ezgiyle, bi sulak, bi mavi, bi sevişken . .
Odamın kapısını açtım.Düzeltiyorum,-babamın bana verdiği odanın- kapısını açtım.Ona ait olan herhangi bir şeyi sahiplenmek istemiyordum.Soyadı da buna dahil.
İncelemekten ziyade “beğenip beğenmeme özgürlüğümüzü dile getirmek” olarak düşünüyor ve yazıyorum.
Melankoli, yas, anlam arayışı, kimlik… Bilimsel metinlerde okuduğum bu kavramlar üzerine Barış Bıçakçı’nın ikram niteliğinde harika öyküleri.. Kitabı okumak için bu kavramların işlenişine merak duymak yeterli benin için. Ustalıklı bir yas anlatısı. Melankoliden tat alanların çok seveceği bir kitap. Melankoliye uygun olarak da dingin bir anlatı.
Anlatmaktan yorulan ve sadece “karşısına iyi niyetli biri çıkarsa” soruları yanıtlamak isteyecek olan yinede anlaşılmayacağını kabul eden Başak. Her şeyin aynılığından mı anlaşılmamaktan mı yılgın? Çok bilinmiyor. Bilinmediği için de Başak’ın yasını tutmak daha zor.
Aile bireylerine olan sevgiyi bile aşan anlam’sızlık, bir türlü “tersyüz” olamamış benlik… Barış Bıçakçı’nın anlaşılmaz, karanlık bir karakteri olan Başak. Benim için kitabı unutulmaz yapan tam da bu.
Bir süre yere paralel giden herkes için bir düşüş var. Bu düşüş kimine bilgelik kimine ölüm getirebiliyor. Ya da hiçbir şey.