"Ah mutluluk! Mutluluk! Sen ne kadar zayıf, ne kadar cılız bir şeysin! Duvak, portakal çiçekleri, aşk... Bunlar güzel ama para nerede? Ey aşkın meşru ve temiz mutluluğu! Demek seni de satın almak gerek?"
Olsa da bir, olmasa da nikâh, mihrap çiçekle dolmasa da, hiç bilmesek de gelinliğim nerden, tül duvak hiç olmasa da. Yediğin çanağa bakıp da kalma! At hemen, fırlat elinden! Aşk bir varmış, bir yokmuş, dön bak ki gitmiş elden.
"Kavuşma dağı taşı tutmuştu
Suların sesi buluşmayı fısıldıyordu
Güneş her gün buluşma muştusu gibi kendini gösteriyordu
Ay, hurma ve zeytin dalları arasında rüzgarlarla savrulan bir duvak gibi bir belirip bir kayboluyordu"
Ne söyleyebiliriz yarın bir taş konuşmak isterse?
Bir portakal ağacı saçını başını yolarak
Yollara düşerse birden?
Çiçekler ölülerin yüreklerinde büyür
Toprak öyle çok ölüyle dolar ve
Deniz, bir ölü yıkayıcısı olarak vurursa kıyılara?
Fundalıkların dibinde biriken kireç
Suların saçlarındaki yakamoz duvak
Sorarsa, sorarsa yineleyerek: Neden?
Benim ne işim vardı, insanların tarihinde?
Yerde sürüklenen ölü, gazetede bir resim
Çiçekler götürüyoruz sevgililerimize
Senin yattığın topraktan koparılmış
Bir yaz günü, geceyarısı uyanıp
Bir bardak su içiyoruz musluktan
O su, senin damarlarından geçerek gelmiş
Kimse düşünmüyor beyninle yüreğinin
Arasında durduğunu dünyanın ekseninin...
İşte o zaman bir suç çağrışımı oluyor yaşamak
Dünya özür dileyecek senden bir gün
Biliyorum, tarih orda başlayacak...
Yere sürüklenen ölü, göğe kıvrılan bıçak
Yüzün, dünyaya yakılan ağıtların önsözü olacak...
Gece yıldızlar öper seni usulca
Çiğ damlacıkları toplanır yanaklarında
Ufuklar ağarmaya duranda seher vakti
Bâd-ı sebâ demlenir dudaklarında
Arılar kokuna koşar gelir
Beyaz gül derler sen duvak takınca
Yeşil çimenlerde tamamlanır tuvaldeki resmin
Gülünce pembe pembe olur yüzün gülüm
İffetle birlikte anılır ismin
Seninle yeryüzüne bahar gelir
Kırmızı gül derler sen kızarınca
Kalbimin yangınıdır senin yüzüne vuran
Her mevsim en temiz sular öper
Harama göstermediğin ayaklarının altından
Böcekler usâresini emer yumuşak teninin
Sevdalın dağları aşar gelir
Bende figân başlar sen sarı açınca
Sayrı yapan bir sevdanın resmidir sarılık Vuslat köprüsünü seller götürür
Her ezgide keleplenir ayrılık
Aşka vedâsıdır gözlerinin
Hüzün sular gibi coşar gelir
Önce tutup taşa çaldın, târümar ettin beni,
Sonra yeni bir kimyayla berhudar ettin beni
Gönül toprağım hacizli, mevsimse kurak gidiyor,
Karar vermekten âcizim, bikarar ettin beni.
Umut önde giden at'tı, tırnağına bir mıh battı,
Bir güldürdü, bir ağlattı; vurgun bir şar ettin beni
Aynalarda-rüyâlarda sıdk ile izini sürdüm,
Neye baksam seni gördüm, aşka mazhar ettin beni.
Duvak takan gelin gibi, buluta giren ay gibi
Ben kendimi sakladıkça sen hep izhar ettin beni.
Şeklim şemâilim senden; hoşgörüm, celâlim senden,
Neş'em ve melâlim senden; harf harf iş'ar ettin beni.
Ne kırılgansın sen, ne güvenilmezsin! Duvak, çiçekler, aşk, aşk! Ama para nerede? Nasıl geçineceksin? Ey aşk, seni satın almamız gerekiyor, tertemiz, yasal mutluluk!”