Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

duygunundunyasi

Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor.
Reklam
Ben aysız gecelerde Çocukluğuma mektup yazardım Ah çocukluğum kağıt gemilerim...
İçine her düşen kendi keşfi sanıyor seni oysa sen melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin..

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı...
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin. Bunu sonuna kadar götüremediysen, kabahat senin değil... Bana hakikaten yaşamak imkânını verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim. Böyle birkaç ay, birkaç ömür kıymetinde değil midir
Reklam
Ağalığa, beyliğe kulaklarını tıkamış, halktan yana, özgürlük âşığı ama deneyimsiz, toy, gencecik bir kız... Diyarbakır… Dar bir eşikten geçip geldim sana. Huzurundayım. Hoşgörü kapını açık tut. Bil ki direnmem sana değildi. Altın tepside sunulan acı şerbetti beni ürküten. Devrimci ruha sahip Piraye'nin İstanbul'dan kopmak istememesini yadırgama. Anadolu'nun en ücra köşelerine bile koşa koşa gidecek yüreğe sahipti o. Ona ters düşen Diyarbakır değil, Diyarbakır konaklarına gelin olmak. Ağalığa, beyliğe kulaklarını tıkamış, halktan yana, özgürlük âşığı, yüzü insana dönük; ama deneyimsiz, toy, gencecik bir kız... Anlamaya çalış onu. Küçücük bir kum tanesi, bedenine yerleşen. Ya özümseyeceksin ya da irinleşecek derinliklerinde. Sancılı kıvranışlarla atıvereceksin uzaklara. Geldiği yere, belki de bambaşka diyarlara savrulup gidecek. Onun sende kalmasını sağla. Kol kanat ger gurbetten gelmiş konuğuna. Anlı şanlı Diyarbakır, bir Piraye'yi barındıramadı, dedirtme kendine.
Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak "suç" işler. Böylece yeniden "hissetmeye" başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, "hayatın en dibindeki lağımlara" sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.
YALNIZLIK PAYLAŞILMAZ Yarın düzenleyecekler aşklarımızı, Ner’deyse. Huysuzluğumuz ondan. Perdeleri kapatmalı mı? Perdeyse. Yaşamlarımızın, doğumlarımızın Tadı kaçmadan.. Gökteyse, yerdeyse, Bir şeyse. Çarpık çizdiriyorlar, Karanlık yazdırıyorlar, Canından bezdiriyorlar.. Kırgınlığımız ondan. Acı-acı güldürüyorlar.. Hırçınlığımız ondan. Ağlamaca karamsarlık tütüyor Buram-buram Konularımızdan.. Burukluğumuz ondan.
Kırmızi pazartesi işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya'da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar'ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor. #kırmızıpazartesi
Gözlerine bakarken umurumda değil mevsimler Gülüşün hep deniz kenarı bana Sen bir adım attığında göreceksin Elinde balonlarla bekleyen o adam benim Aldığım en derin nefessin sen Dudaklarının dudaklarımdaki işgali hala yüreğimde Nefes alıyorum ama hala bulamadım seni 'ben sana yanarken şimdi...sen kim bilir nerede üşüyorsun'
Reklam
“Gregor Samsa’nın bir sabah kendini yatağında bir böcek olarak bulması, salt bir değişim değil fakat ‘başkalaşım’dır. O, insanlığını koruyarak bazı değişiklikler geçirmemiştir; artık farklı bir canlı türü olmuştur.”
Zorba, itaatkârın üzüntüsüyle beslenir... “Sevgin direğimiz, üzerimize saldığın korku çatımız olmuş meğer. Mutsuzluğumuzdan örülü bir devlet yaratmışsın hepimize. Sen en çok beni severdin ya.  En çok beni köle yapmışsın kendine.” Samire, Yaşar, Lorin. Birbirlerinin gölgesinde saklanan, birbirlerinin masalını yazan üç küskün kadın.  Yaraları doğuştan, lanetleri miras...  Yalnızlığın kuyusunun başından ayrılmadan, kederlerinin yankısını dinlediler.  Her masalın sonu gece değildi elbet.  Üç, ikiden ve dahi birden iyiydi.  Ve her yanlışın doğrusu kendi içinde gizliydi.   Kanadı kırık üç kadın, ödedikleri ağır bedellerin karşılığını, içinde çırpınıp durdukları, kapısı açık olsa da çıkıp gidemedikleri gölge kafeslerinde bekledi. İhtiyaç duydukları inanç, temize çekecekleri geçmişte saklıydı.  
Hayatın Mucizeleri, Stefan Zweig'ın Birinci Dünya Savaşı öncesinden İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar yayımlanmış öykülerini bir araya getiren bir seçki. Psikolojik çözümlemelerle derinleşen bu öykülerde Zweig, tuhaf yazgıların savurduğu insanların izini sürüyor. Savaş karşıtlarının ve kurbanlarının, hayatın baskısı altında tutkuların tutsağı olanların, kapana kısılan ruhların öyküleri bunlar. Hayatın Mucizeleri, Stefan Zweig'in kaleminde, her biri tek tek kendi döneminin ruhunu kıskıvrak yakalayan öykülerle, insan ruhunun dipsiz derinliklerini mesken tutan bir retrospektif.
‘’Tehlikeler, ayrılıklar, serüvenler, acılar, yalnızlıklar insanın bir şeyler kazanması için verilmiş fırsatlardı. Asil bir zihin ve iradeli bir beyin, her şeyin icabına bakabilirdi . Kader ağlarını örüyordu, bize şekil vermek düşüyordu.’’