Gurbet kelimesini eskiden daha sık kullanırdık. İçimizi titreten bu kelimenin, farklı bir ağırlığı vardı hayatımızda; uzaklar onun içinde birikir, tehlikeler onun içinde bekler, umutlar onun içinde yeşerirdi. Hayat bir şekilde gurbetle anlam kazanırdı bir bakıma; aşklar, dostluklar ve insanlar bir şekilde gurbetle sınanır, gurbetle olgunlaşırdı. Bir şehirden bir şehire gidenler de gittikleri yerin adını söyleme gereği duymaz, bunun yerine gurbete çıkıyoruz, derlerdi. Böyle söyleyince, ruhları da gittikleri şehre göre değil, gurbet diye adlandırılan, içi çeşitli ihtimâllerle dolu uçsuz bucaksız bir genişliğe göre pozisyon alırdı sanki. Velhâsıl, gurbet kelimesi, acıların, kayıpların, hastalıkların, ölümlerin, ayrılıkların, aşkların ve hasretlerin birçoğunu içinde taşıyan alabildiğine geniş bir kelimeydi.
Güzel ahlâkla zaman zaman itaatlerden lezzet almak, zaman zaman da günahları çirkin görmek, vaad edilen saadeti elde etmek için yeterli olmaz. Bilakis bu durumun ömür boyunca daimî olması gerekir. Ömür ne kadar uzun olursa fazilet de o derece kökleşir ve mükemmel olur. Allah Rasûlü’ne (s.a.v) bu bağlamda saadetin ne olduğu sorulduğunda :
“Allah’a itaatte geçen uzun bir ömür.” cevabını vermiştir. Bu nedenle peygamberler ve veliler ölümü kerih görmüşlerdir. Çünkü dünya âhiretin tarlasıdır.