Hz. Peygamber'in vefatından altı ay sonra, Hz. Peygamber'in kızı ve Hz. Ali'nin eşi Hz. Fatıma öldü.215 Hz. Fatıma'nın ölümünden sonra; Hz. Ali, Haşimoğulları ve Zübeyir ibn Avvam, Hz. Ebu Bekir'e biat ettiler.216 Zübeyir, Haşimiler ile beraber hareket etmekte217 ve Ali'nin halife olmasını istemekteydi. 218 Halid ibn Sa'id ibn el-As da Hz. Ebu Bekir'e altı ay sonra biat edenlerdendi.
Ebu Sa'îd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) şöyle buyurdu: "Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sirat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve sâlihlerle beraberdir."
Reklam
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun : "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa: 4/40).
Sayfa 121 - Akçağ Yayınları
Nisa Sûresi - 43.Âyeti Kerîme Tefsiri (Fıkıh)...
"Eğer kadınlara dokunmuşsanız" ifadesinin farklı yorumları vardır. Hz.Ali, İbn Abbas, Ebu Musa Eş'arî, Ubey İbn Ka'b, Sa'id İbn Cübeyr, Hasan Basri (Allah hepsinden razı olsun) ve diğer birçok fakih "kadınlara dokunmak"la "cinsel ilişki"kastedildiği görüşündedirler. İmam Ebu Hanife ve onun gibi düşünenlerle Süfyan-ı Sevri bu tefsiri kabul etmişlerdir. Buna karşıt olarak Abdullah İbn Mes'ud, Abdullah İbn Ömer ve (bazı kaynaklara göre) Hz.Ömer (Allah hepsinden razı olsun) "kadınlara dokunmak" sözüyle, sözlük anlamı olan "el ile dokunma"nın kastedildiği görüşündedirler. İmam Şafiî de bu görüşü benimsemiştir. İmam Malik gibi bazı fakihler ise bu iki görüşün ortasında bir yol benimsemişlerdir. Onlara göre, eğer bir erkekle bir kadın cinsel haz duyarak birbirlerine dokunurlarsa, abdest almak zorundadırlar, fakat hiçbir şey hissetmeksizin vücutları birbirlerine dokunursa bu durumda abdest almaları gerekmez.
İnsan Yayınları
İbn Arabi, sapkınlık ve dalaletin imamlarından biridir. İnkar edici sözleri ve ifadeleri vardır. Bunlardan biri, Firavun'un imanını tasdik etmesidir. Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der: "Bu söz, İslam dininden zorunlu olarak bilindiği üzere apaçık bir küfürdür. Bu konuda İbn Arabi, ne bir Kıble ehli, ne Yahudi ne de Hristiyan
Muhâsibi aklın Allah'ın kuluna ihsan ettiği bir nur olduğundan ve akli müşahededen bahsederken Tirmizi'nin kalp ile kastettiği hususları dile getirir. Nitekim bir başka ifadesinde “Gözdeki nur görme gücü olduğu gibi kalbin nuru da akıldır”? demektedir. Bir başka yerde ise aklın ancak kalp ve kalpten sâdır olan davranışlar vasıtasıyla bilinebilecek bir seciye olduğunu dile getirir. Bununla beraber izahlarının genelinde akıl kavramının geleneksel kullanımını dikkate alarak, söz gelişi Tirmizi gibi, kalp kavramlaştırmasına yer vermez. Buna Muhâsibi'nin, aklı, kulun mükellef olmasını temin eden seciye olarak anladığını eklemeliyiz.270Bu yaklaşımı diğer süfilerde de görüyoruz. Söz gelişi Ebü Sa'id el-Harrâz aklı tanımlarken şöyle der: “Akıl, kişiyi amelin dayanaklarına ulaştıran kalpteki bir nurdur. Buna göre Allah'ı tanımanın nuru vasıtasıyla O'ndan başka hiçbir şeye yönelmeksizin davranış sergileyen kişi akıllıdır.”271 Dolayısıyla genel anlamda süfilerin yaklaşımlarıyla uyumlu olması bakımından Muhâsibi'nin akıl hakkındaki görüşlerinin, tasavvufta akılcı bir geleneği oluşturduğu iddiası tartışmalıdır. Tam aksine Muhâsibi'nin el-Akl'daki izahları, akıl ve ahlak arasında bir özdeşlik öngörür.
Reklam
66 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.