Ecem Stark

"Kendiniz karar verin, konuğum ama bir denemeyle yetinmeyin: Her şeyde olduğu gibi, duyuları yeni, tatlı ya da sert, hüzünlü ya da neşeli bir etkiye alıştırmak gerekir. Insan doğası, neşeye alışkın olmayan ve kedere tutunan insan doğası bu ilahî maddeye karşı mücadele eder. İnsan doğasının bu mücadelede yenik düşmesi, gerçeğin düşün yerini alması gerekir; o zaman düş hüküm sürmeye başlar, o zaman yaşama, yaşam düşe dönüşür ama bu dönüşümler nasıl da farklıdır! Gerçek var oluşun acıları ile yapay var oluşun keyiflerini kıyasladığınızda, yaşamayı asla istemeyecek, hep düş kurmayı arzulayacaksınız. Diğerlerinin dünyası için size ait olan dünyayı terk ettiğinizde, Napoli ilkbaharından Laponya kışına geçmiş, cenneti dünya için, cehennem için terk etmiş gibi hissedeceksiniz.
Reklam
Kendi kendine, düşmanları hakkında, ölümün sükûnet olacağını ve acımasızca cezalandırmak isteyen için ölümden başka araçlar olduğunu söyleye söyleye intihar düşünce- lerinin kasvetli durağanlığına düştü; felaketin yokuşunda böyle karamsar düşüncelerin pençesine düşenin vay haline! Bu, pırıl pırıl dalgaların maviliği gibi uzanan ama içinde yü- zenlerin, ayaklarını kendine çeken, soğuran, yutan, katrana benzeyen bir balçıkta gitgide gömüldüklerini hissettikleri o ölü denizlerden biridir. Bir kez böyle bir duruma düştüğünde ilahî yardım gelmezse her şey bitmiştir ve çaba onu ölümün derinliklerine daha da çeker.
Kendimden nefret ediyorum. Oturduğum mahalle, oturduğum ev, konuştuğum adamlar çoğu sinirime dokunuyor. O Fatih meydanının önünden geçerken meydan kahvelerinde bir sürü işsiz güçsüz, softa makulesi adamlar oturuyorlar. Biraz temizce giyindin mi insanın ar kasından fena fena bakıyorlar, kimbilir neler söylemiyorlar, insan yolda bile rahat yürüyemiyor. Sonra o dükkânların hali nedir? Adım başına aşçı ve kahve. Erkeklerin işi gücü kahvede, caminin önünde oturup sokağı seyretmek. Dün Tünel'den Galatasaray'a kadar dükkânlara baktım. Esnaf bile zevk sahibi. Însan bir bahçede geziniyormuş gibi olu yor. Her camekân çiçek gibi. En âdi eşyayı öyle biçime getiriyorlar ki mücevher gibi görünüyor. Sonra halkı da bam başka. Dönüp bakmazlar. Yürümesini, giyinmesini bilirler. Her şeyi bilirler canım... O Macit'in ellerine baktım, kadın eli gibi, tertemiz, incecik, tırnakların üstünde bile çalışmış. Şinasi'nin elleri gözümün önüne geldi. Tırnağının biri kirık, öbürü batık... Ne imiş? Kemençe çalarmış. Böyle elini parçalayan sazı parçalamalı. Hiç telin kenarına tırnak sür tülen saz görülmüş müdür? Her işimiz acayip, nefret ediyorum.

Reader Follow Recommendations

See All
On beşimi yeni bitirmiştim, ama bazen kendimi yaşlı biri gibi görüyordum; yaşadığım, okuduğum, binbir tedirginlikle üzerinde düşündüğüm her şey beni içten içe şişirmiş, ağırlaştırmışti sanki. İçimi yokladığımda, hayata ilişkin edindiğim izlenimler birikimi bana, çeşitli eşyaların rastgele ve sıkış tepiş doldurulduğu karanlık bir bodrum gibi geliyordu. Bunlar ayrıştırıp tanımak için gücüm de, bilgim de yeterli değildi. Çok şey öğrenmiştim hayattan, ama bunlar sağlam bir şekilde yerine oturmadığı için bu ağır yük, eğri bir kabin içindeki su gibi sallanarak beni tedirgin ediyordu.
Sayfa 422Kitabı okudu
"İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne. İşte asil cinayet bu... Utanılacak bir cinayet... Bir takım silahlar çıkartıyorlar, insanları öldürüyorlar ve bunu yapanlara devlet diyorlar. Evlerine, sosyal statülerine ve paralarına hiçbir zarar gelmesin diye garip insanları harcıyorlar. Anlıyorsun beni değil mi anne? Halkın ruhunu kurutuyorlar ve hiç bir şey anlamaz hale getiriyorlar."
Reklam