Merve Sefa Gökçe

Son olarak sizden bir ricam olacak; bu kitabı yazarken aklımın bir kenarında iki farklı Türkiye olduğu gerçeği var. Bir tarafta yaklaşık yüzde 20'ye tekabül eden kesim bulunuyor. Bu ailelerin evlerinde her çocuğun bir odası, bir kitaplığı, anne ya da babasından birinin üniversite diploması var. Diğer taraftaki Türkiye'de ise bunların birçoğu yok. Bu kitap muhtemelen birinci Türkiye'nin evine girecek ve ikinci Türkiye'nin kitaptan pek haberi olmayacak. O nedenle sizden beklentim, madem bu kitap bir şekilde size ulaştı, siz de lütfen okuduktan sonra sesimi ikinci Türkiye'ye ulaştırın.
Reklam
Babalar oğullarına doğru adam olacaksın derler, doğru yolu gösterirler; eğiticilerin de yaptığı budur. Ama doğruluğu, doğruluktur diye değil, insana iyi ün kazandırdığı için överler. Doğru görünüp, böylece yüksek mevkilere ulaşmasını, iyi evlenmesini, Glaukon'un demin sayıp döktüğü nimetleri sağlamasını isterler.
Her insan aynı zamanda başkasının hatasının nedeni ve kaynağı olur. Zira sadece örneklere ayak uydurmak zarar verir. İçimizden biri düşünmekten ziyade inanmayı tercih ettiğinde, artık yaşamla ilgili düşünemez hale gelir. Her daim bir hataya inanılır. O hata dönüp durur ve elden ele geçerek yıkılmamıza neden olur. Başkalarının örnekleri yüzünden ölürüz. Sağlıklı olacağız! Yeter ki kendimizi kalabalıktan kurtaralım.

Reader Follow Recommendations

See All
Önce kendisine uyum sağlamayan insan topluma, dünyaya doğru şekilde uyum sağlayamaz. İnsanın kendisi olmasına izin ve imkân barındırmayan aidiyetler gerçek aidiyetler değildir, sömürüdür. "İyi eş", "iyi evlat", "iyi anne/baba", "iyi vatandaş" tanımı altında bize öğretilenler, "iyi eş", "iyi evlat", "iyi anne/baba", "iyi vatandaş" olduğunu zannederken kendisini içten içe mutsuz ettiğini bilmediği çıkmaza sokan, bunun bedelini başta kendi çocukları olmak üzere etrafındaki herkese ödettiğinin farkında olmayan bireyler meydana gelir.
Ben, zaten, yoktum; başkalarının hakkımdaki düşüncelerinde ve o düşüncelere göre var olan yardımcı unsurdum sadece.
Reklam
Ebuzer
"Evinde yiyecek bir şey olmadığı halde, kılıcını çekip de insanlara saldırmayan kimseye şaşarım."
Bir mesele önce en yakıcı haliyle bizatihi tecrübe edilmelidir. O tecrübenin acısı bir dert haline gelmeli, dertle diyar diyar dolaşılmalı, kapı kapı ona ayna tutacak biri aranmalıdır. Arayan bulur. Bulunanın kıymetini arayan bilir. Onu en iyi o anlar. Çünkü bu anlama artık dertleşmedir. Bu yolculuk tamama erdikten sonra elimizdeki kılavuzlara bir daha müracaat ettiğimizde yorumlamanın yormakla değil yorulmakla yapılan bir iş olduğunu anlarız. Başlangıçta ancak kuru kuruya tekrarlayarak çoğaltabildiğimizin o zaman taşıp dökülüşünü, sığdıracak kap bulamadığımızı görür ve doluluğun ne demek olduğunu işte o zaman idrak ederiz.
Gerçeklik bilgisi bizlerde verili olsaydı zaten hiçbir şeyi düşünmeye, sorgulamaya veya araştırmaya gerek kalmayacaktı. Bu arayış yani felsefi bilgelik geçmişte de vardı, günümüzde devam etmekte ve yine gelecekte de kuşkusuz varolacaktır. İnsan aklı da bu etkinlik sürecinde, Aristoteles'deki ifadesiyle "therōria'da varlık alemini gözlemleyecek, bir nevi temaşa (contemplation) eyleyecek, oradaki nedenselliği sorgulayarak, "ilk"e yani her şeyin ilk nedenine (tanrıya) gitmeye çalışacaktır. İlk'e tam olarak varamasa da, bu süreçte mutluluktan mutluluğa geçecek, zevkin doruğuna çıkacaktır.
İnsan biçimli tanrı anlayışını ve bu anlayışa sahip insanların tavırlarını eleştiren Ksenophanes, tanrının birliğinden, yetkinliğinden, her şeyi görmesi, bilmesi ve duymasından, zihniyle evreni idare etmesinden, maddi nesneler gibi değişken ve hareketli olmayışından, taraf ve yönden uzak oluşundan, biçim ve düşünce bakımından insanlara benzemeyen tek bir tanrıdan söz etmektedir. Bu tanrı Ksenophanes'e göre tümüyle göz, tümüyle düşünce, tümüyle kulak olup hiçbir zorluk çekmeden her şeyi zihninin gücüyle yönetendir. En ufak bir hareket yapmaksızın her zaman aynı yerde duran, insanlar gibi bazen bir tarafa, bazen başka bir tarafa gitmeyendir.
Dindarlığı rasyonel bir çaba olarak düşünmeyen, bu anlamda inandıkları hususlara rasyonel bir zemin bulmayı amaçlamayan ve her halükarda inancın koşulsuz biçimde kabul edilmesini gerekli gören kişiler için teizm entelektüel bir uğraşıdan öteye geçmez.
Reklam
Etiketleme, sadece yıkıcı değil mantıksızdır da. Birey olarak siz, yaptığınız tek bir şeyle ölçülemezsiniz. Hayatınız karmaşık ve sürekli değişen bir düşünceler, duygular ve hareketler akışıdır. Başka bir deyiş­le, bir heykelden çok, bir nehirsiniz. Kendinize olumsuz etiketler ya­pıştırmayı bırakın bu hem çok basit hem de yanlış bir yorumdur. Ye­diğiniz için kendinizi sadece bir "yiyici", ya da nefes aldığınız için "so­luyucu" olarak nitelendirebilir misiniz? Bu tam bir saçmalıktır; ama, bu saçmalıklar, kendinizi yetersizliklerinizle etiketlediğinizde acı veri­ci olmaktadır.
Bir bilgi dalı olarak felsefe neye inanmamız gerektiği veya neye inanabileceğimiz ile zerre kadar ilgili değildir, onun tek ilgilendiği şey ne bilebileceğimizdir. Şimdi eğer bu, inanmamız gereken şeyden farklı bir şeyse o zaman bunun inanca bile bir zararı olmayacaktır; çünkü o bile­meyeceğimiz şeyi öğrettiği için inançtır. Eğer onu bilebil­seydik o zaman inanç, tıpkı bir inanç öğretisinin mate­matikle birlikte ilerlemesi gibi, yararsız ve gülünç bir şey olarak görünürdü. Buna karşılık inancın felsefeden daha fazlasını, çok daha fazlasını öğretebileceği ileri sürülebilir ama yine de felsefenin vardığı sonuçlarla tutarlı olmayan hiçbir şeyi öğretemez, çünkü bilgi inançtan çok daha sert ve sağlamdır, dolayısıyla eğer bu ikisi çarpışacak olursa inanç parçalanır. Her halükarda bu ikisi birbirinden esaslı bir şekilde farklıdır ve karşılıklı menfaatleri gereği sert biçimde bir­ birinden ayrı kalmalıdır, böylece her biri diğerini dikka­te almaksızın kendi yolunda ilerleyebilir.
Nihayet din inkar edilemez biçimde insanın içinde mevcut olan ahlak bilincine seslenir ve ona dışarıdan teyit (onaylama) ve destek sağlar. Böyle bir destek olmasaydı bunca baş­tan çıkarıcıya karşı mücadelede ahlak bilinci varlığını kolaylıkla sürdüremezdi. Hayatın sayısız dert ve kederi karşısında din tam da bu yandan tükenmez bir teselli ve ferahlık kaynağı sunar, ki bu insanı ölüm anında dahi terk etmez, bilakis tam da bu zamanda kendisinden bek­lenen hakiki faydayı sunar. Dolayısıyla din kör birinin elinden tutup yardım eden kimseye benzer, çünkü onun göre­cek gözleri yoktur; körün bütün istediği, yürürken her şeyi görmek değil, gitmek istediği yere ulaşmaktır.
Mecaz ve teşbih dilini bir tarafa bırakırsak diyebiliriz ki hayatın derin anlamı ve yüksek hedefi kitlelere ancak simgesel bir dille gösterilip takdim edilebilir, çünkü on­lar hayatı gerçek anlamıyla kavrayamazlar.
121 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.