İşte, bu kitabın konusu olan Tek Adam, hayata bu çevre ve bu şartlar içinde gözlerini açar. Doğumu takip eden günlerin birinde, çocuğa Mustafa adı verilir. Bu adın yavrunun kulağına, mutat dualarla, Ali Rıza Efendinin babası Kırmızı Hafız Ahmet Efendi tarafından okunmuş olması mümkündür. Yeni doğan çocuk, kulağına okunan duaları ve üflenen bu adı o zaman elbette ki duymadı. Ama ileride bir devir gelecek; yalnız onun çevresi ve ülkesi değil, bütün dünya, bu adı duyacak ve unutamayacaktı.
Sayfa 31 - Remzi Kitabevi
Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da iste tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acı, susuzluğu,açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünyanın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı.
Reklam
" Kültürümüz elden gidiyordu, ona sahip çıkmalıydık. Ömründe hiç Itrî yahut Dede Efendi dinlememiş, Mimar Sinan'ın herhangi bir eserine şöyle bir kere olsun alıcı gözle bakmamış, Fuzûlî'nin tek mısraını bile ezbere okuyamayan ağabeyler "Sinan'lar, Dede Efendi'ler, Fuzûlī'ler, milli kültürümüz, mefahirimiz..." diye söze başlar, hamasi nutuklar atarlardı. Tamam da, bu büyük sanatkârlara bu muhteşem eserleri yaptıran güç nasıl bir güçtü? O ölçülere nasıl ulaşmışlardı? Eserlerini verirken hangi dünya görüşüne dayanmış, hangi estetik ölçüleri uygulamışlardı? Bana Mimar Sinan'dan şu somut yapılar dışında kalan ne? Kısacası, demir leblebi cinsinden bir yığın soru..."
Dünya kimi aldatmadı ki, onu da aldatmasın?
-İşte adam diyemediğim için beyefendi diyorum ya...
Bir gün Abdülhak Hamit, Lüsiyen Hanım, Fazıl Ahmet Aykaç beraber oturuyorlardı. Bir mesele için beni de çağırmışlardı. O zaman şöyle bir konuşmaya şahit oldum: - Paşam, bütün Türk kadınlarının Lüsiyen(*) gibi hanım efendi, ev kadını, sadık, bilgili olmasını ne kadar isterdim, diye bir söz sarf etti. Atatürk, Türk kadınına bir ecnebinin üstün gösterilme-sine hiç tahammül edemezdi. Birden rengi değişti: - Fakat Beyefendi... diye gürledi. - Aman Paşam, bana beyefendi demeyiniz! deyince: - Peki ne diyeyim, dediler. - Adam deyiniz! cevabı karşısında da: - İşte adam diyemediğim için beyefendi diyorum ya... cevabında bulundular. Çok kızmıştı, nasıl olur da Lüsiyen Hanım bir Türk kadınından üstün olabilirdi? Sonra bunu bir Türk şairi nasıl söylerdi? Onun nazarında Türk kadını, bütün insanlığın en mümtaz varlığı idi. Yavuzları, Kanunîleri o doğurmamış mı idi? Hangi dünya milletlerindeki analar, Türk tarihindeki yiğitler kadar büyük ve mümtaz insan yetiştirmişti?
Sayfa 217Kitabı okudu
Cehaletin gözü kör, bilmiyorlar, bilmiyorlar gerçeği göremiyorlar. Aslında herkes köle! Herkes birinin kölesi. Gönüldeki putlar arzular, istekler, makam mansup tutkusu, şöhret prestijlik, halk tarafından sevilme alkışlanma tutkusu, yönetme yönlendirme arzusu. Bu putları yıkamıyorlar. Siz gövdesi etten olanlar ruhani olanla savaşıyorsunuz.. Haksızlık karşısında susmak suç ortaklığıdır. Gerçeği değiştirmek en büyük zulümdür. Efendi olamayacak kadar merhametli olursan, köle olursun. Vicdan bir yere kadar kötülüğe katlanabilir. İnsanoğlu iyiliğin kölesidir. Dünya sevgisidir, en büyük put ! İnsan onu kalbine koyar; kalp artık onun değildir. Dünya sevgisi onu esir alır. Gönlünü, ruhunu ve kalbini dünya sevgisine esir edenler zincirlerin en büyüğüne esir olmuşlardır. Onlardan kurtulmadıkça hür olamazlar. İşte gerçek esaret te budur.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.